Endişe

1282 Words
İnsanlar sadece dışımı görüyor. Dingin, sakin ve uysal suretimi. Ama asıl fırtınalar, depremler, savaşlar benim içimde yaşanıyor. Ara ara bu hıncın beni yiyip bitirdiğini fark etsem de kendimi asla geri çekemiyorum. Bir masumun hayatını karartmış olmalarını yediremiyorum kendime. Bu masum bir başkası olsaydı yine böyle davranır mıydım, ya da umursamadan geçip gider miydim sorusunu sık sık sordum, sürekli muhasebe ettim. İşin ucu kendine dokununca cevval kesilenlerden ama başkasına dokununca sırt çevirenlerden olamazdım ben. Annem beni böyle yetiştirmedi. Hoş annem intikam almamı, kin gütmemi de istemezdi ama ne yazık ki, bu konuda onu dinlemeyecektim. Evin kapısında iki çift asker botunu görünce adımlarımı durdurmuş ve bir an geri dönmek için harekete dahi geçmiştim. Ama yeterince hızlı davranamadığım için kapıyı aniden açan yaşlı ev sahibesine yakalandım. Beni Yasin'in yanında görünce yüzü mütebessim bir hal aldı ve beni heyecanla evine buyur etti. "Misafiriniz var herhalde, ben daha sonra da uğrasam iyi olacak sanırım." "Yok kizum yabanci değildur onlar da. Bize yarduma koşan komitan ila askeri celdi. Ha bu oğlanun kitabini defterini unutmuşuz misafir hanada. Oni geturmişle canina yanduklarum. Geç hayde, kalma kapida." El mecbur girmek zorundaydım. Ama içeride nasıl bir muamele ile karşılaşacağımı kestiremiyordum. Tedirginliğim Fatih yüzbaşının şüpheci bakışlarından kaynaklanıyordu. Yüzüme her baktığında sanki niyetimi anlamış da ne kadar ileri gidebileceğimi tartıyormuş gibi bir hava yayılıyordu. Belki paranoyakça bir düşünceydi ama yine de temkinli davranmam gerekiyordu. Karanlık bir girişi geçtikten sonra; yaklaştıkça seslerin çoğaldığı odaya doğru ilerledim. Konuşma seslerinin arasında, sobanın üzerinde kaynayan suyun sesi de duyuluyordu. Benim nispeten soğuk ve rutubetli olan barınağıma göre oldukça cezbedici bir sıcaklıktı içeriden yayılan. Odanın kapısında durduğumda herkes susup, bakışlarını bana doğru çevirdi. Evin oğlu ve gelini olduğunu tahmin ettiğim genç çift saygı ile ayaklanarak bana yer vermişlerdi. Ayaklananlardan birisi de, yolculuk boyunca bana yardımcı olan Engin'di. "Hayat öğretmen, yeniden karşılaştık. Nasılsınız?" "Teşekkür ederim Engin. Çok iyim, sen nasılsın?" "Gördüğünüz gibi öğretmenim. 7/24 görevdeyiz." "Allah yardımcınız olsun. Sizin ve tüm güvenlik güçlerinin." Bana gösterdikleri yer; geldiğimi görünce sadece baş selamı veren ve hiç konuşmayan Fatih yüzbaşının yanıydı. Garip bir davranış sergilememek adına gayet olağan bir davranış sergileyerek sofrada bana açılan yere oturdum ve sofra bezini dizlerime serdim. Yasin'in annesi hemen sıcacık çayımı önüme koyuvermişti. Sofra altında yedekte tuttukları çatal ve çay kaşığını da verdi ve çekingen bir tavır ile afiyet olsun dedi. Onun bu çekingenliğine içten bir tebessümle yanıt verdim. Karşımda rahat olması için konuyu Yasin'den açtım ve yol boyunca anlattıklarından bahsettim. Engin ve diğer ev sakinleri onun bu tatlı hallerine gülerken, yüzbaşı varla yok arası bir tebessümle karşılık veriyordu. Sofranın üzerinde gördüklerim sayesinde acıktığımı hissetmiştim. Her biri yöreye ait, doğal ürünlerden hazırlanmış doyurucu bir kahvaltıydı. Sobada ısıtılan sıcak ekmeğin ve sürekli tazelenen çayların eşliğinde nasıl bu kadar çok yediğimi anlamamıştım bile. Biraz vakit geçip sofra kaldırılınca Yasin ve kardeşi Yakup, sofradan kalan boşlukta sessizce oynamaya başlamıştı. Bu süreçte de evin erkekleri askerlerle açtıkları bir meseleyi tartışıyor, hanımları da benimle ilgili olan meraklarını gidermeye çalışıyordu. Derken; Yasin'in babasının bana seslendiğini duydum. "Hayat öğretmen, sen gelene kadar hep Hasan beyin konağında kaldı muallimler. Lojman haliyle aile olan için ufaktı. Oranın malzemesini de kaymakamlık hibe etmişti, yıllar evvel el birliği ile diktik ha oriya. Ama sen de gördun ki ev bakımsız, rutubet tutmiş tarabalari. Demam o ki orada yaşamak zor. Ben derum ki, yeni kaymakama haber etsek durumi da bi hal çaresina bakilsa. Sen de hasta olmazsin o tenli evda." "Beni düşündüğünüz için teşekkür ederim ama ev; içinde yaşayan olmadığı için bu kadar bakımsız kalmış. Pencereleri açılıp hiç havalandırılmamış mesela, içinde daha önce soba yanmamış. Ben inanıyorum ki yaşadıkça daha da durulabilir bir yer halini alacak. Ben zaten dün badanasını yaptım, camlarını macunladım, çeşmelerini de onardım. Bu gün ya da yarın eşyalarım da gelir, okullar açılana kadar adam ederim ben orayı. Ama sizden sadece bir şey rica edebilirim; o da ev dere yatağında olduğu için, olası bir taşkında suyun yönünü değiştirmek icap edecek. Bunu sağlamanın tek yolu da yüksekçe bir istinat duvarı. Bunun için kaymakamlığa ricada bulunabiliriz." "Öğretmen hanım sen her şeyi halletmişsin bi başına zaten. Muhtar'ın yolladığı yardımı da kabul etmemişsin. Bir başına bu kadar ağır işin altına girip de eziyet etmiyaydun kendune." "Zaten elimden geleni yaptım, gelmeyen için de yardım istedim sizden. Ev zaten küçük, çok yormadı beni. Dün muhtarın kapıya yığdığı odunlarla sobayı yakınca rutubet havası dağıldı. Sürekli havalandırınca tekrarlamayacağını umuyorum." Biz bunları konuşurken yüzbaşı sessizce dinlemiş ve gitme vaktinin geldiğini düşünerek ayaklanmıştı. "Yağış başlamadan biz yolu yarılasak iyi olur." dedi hane halkına hitaben. Sanki ben orada yokmuşum gibi, beni o halkın dışında bırakmıştı. Bu konuda alınganlık gösterecek değildim, hatta beni görmezden gelmesi işime dahi gelirdi. Askeri araç hareket ettikten sonra ben de evdekilerle vedalaşmış ve davetleri için teşekkür ederek kendi barınağıma doğru yola koyulmuştum. Karşıdaki dağların arasında beliren kara bulutlar çakan şimşeklerle aydınlanıyor ardından da yeri sarsan bir gök gürültüsü duyuluyordu. Fakat henüz yağmur başlamamıştı. Yasin'in annesi Gülsüm'ün, olanca ısrarla yanıma koyduğu ekmek ve bir kaç başka kahvaltılıkla, yağmura yakalanmadan yokuş aşağı hızlı adımlarla ilerleyip nihayet burada yaşadığım süre boyunca başıma çatı olacak eve atmıştım kendimi. Kapıya yığılan odunlar yakılmaya hazır olduğu için, elimdekileri bırakıp sobanın kovasını doldurmak için yeniden çıktım dışarı. Dakikalar içerisinde yağmur bardaktan boşalırcasına yağmaya başlamıştı. Yakalanmadan eve ulaşmış olmam büyük bir şanstı. Kovayı yeterince doldurup tekrar içeri girdiğimde, sabah çıkarken evde bıraktığım telefonumun bildirim ışığının yanıp söndüğünü fark ettim. Beni Tahir amca ve Seher teyzeden başka arayacak kimse yoktu. Onları merakta bıraktığımı düşünerek, sobayı yakmadan önce içlerini rahatlatmayı düşündüm. Ama arayan ikisi de değildi. Hiç tanımadığım bir numaranın birden fazla çağrısı vardı ekranda. Kim olabileceğini düşünürken telefonum yeniden çalmaya başladı. Gelen çağrı yine isimsiz numaradandı. Aramayı yanıtladığımda bu numaranın eşyalarımı getiren nakliye şirketinin işçilerine ait olduğunu anlamıştım. Şiddetlenen yağış nedeniyle bu gece ilçede bekleyip, yarın erkenden köye doğru yola çıkacaklarını söylemişlerdi. Sorun olmayacağını belirterek konuşmayı sonlandırdım ve onların aramasını beklemeden Tahir amcayı arayarak bir süre hal hatır edip, yavaşça yerleştiğimden, bir eksiğimin olmadığından bahsettim. Buraya geliş nedenim onları oldukça endişelendiriyordu zaten. Bir de yaşam koşullarımı merak edip endişelenmelerini istemedim. Nihayet sobayı yaktığımda ise, cam kenarındaki sandalyeye oturup yağan yağmuru izlemeye devam ettim. Annemin bu yağmurlara kaç kez yakalandığını, kaçmak için nasıl telaşlandığını, evlenmeden önce nasıl bir hayat yaşadığının hayaline yeniden daldım. Burada geçirdiğim iki gün boyunca sürekli düşünüyordum bu ayrıntıları. Bu köyde mutlu olduğu günler de vardı elbet. Keşke o acı hadiseleri hiç yaşamasaydı, ben bu köyde büyüseydim, çoğu akrabam sayılan insanlara bu kadar kin gütmek zorunda kalmasaydım. Bu kadar mı zordu bir biçare ve yavrusuna kanat gerip, onları kollamak? Düşündükçe, kafa yordukça içinden çıkamıyor, ona yapılan bu vicdansızlığa makul bir bahane bulamıyordum. Ellerinde büyüyen masuma nasıl reva görmüşlerdi o yakıştırmaları, nasıl rahat uyudular, nasıl yiyip içtiler? Ne Tahir amca ne de Seher teyze yolumdan çevirebilmişti beni. O gün annemin geçmişine ait detayları bir bir bana anlattıklarında bütün gece uyumamış ve bir plan kurmuştum. Okulda çok başarılıydım. İstersem iyi bir mühendis ya da doktor bile olabilecekken herkese yalan söyleyip, İstanbul üniversitesi Eğitim Fakültesini tercih etmiş ve sınıf öğretmenliğinden mezun olmuştum. Herkes yaşadığım buhranın derslerime ters etki yaptığını düşünmüştü fakat benim düşüncem bambaşkaydı. O köye girmemi sağlayacak tek kimlik sınıf öğretmenliğiydi ve ben her ne pahasına olursa olsun bunu yapacaktım. Öyle ki atama tercihlerimde de nokta tercih ile bu okulu işaretlemiştim. Şimdi bu kadar çok şeyi başarmış, bu kadar riski göze almışken geri adım atmam beklenemezdi. Ne kadar kararlı olduğumu gördükten sonra onlar da sadece dikkatli olmam konusunda uyarmaktan ileri gitmediler. Bir süre daha camın önünde oturduktan sonra bilgisayarda biraz oyalanmış ve yeni okul dönemi için bir kaç eğitim planı hazırlamıştım. Saat ilerleyince, yine dünkü saatlerde elektrik kesilmiş ve köyü tekrar karanlığa hapsetmişti. Odayı sadece yanan sobanın ışığı aydınlatıyordu. Bütün kilitleri kontrol edip, dışarıya da son kez baktıktan sonra yatmaktan başka yapacağım bir şey yoktu. Ta ki sobanın cılız ışığına eşlik eden şimşekler ile uykuya dalmak üzereyken; dışarıdan gelen adım seslerine kulak kesilene kadar...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD