HİKAYENİN AKIŞI VE KARAKTERLERİ TANIMANIZ AMACIYLA İLAHİ BAKIŞ AÇISIYLA YAZILMIŞTIR, KEYİFLİ OKUMALAR!
"Hadi Halit hadi!" dedi Mine. Doğa ise yeni uyanmıştı ve merdivenlerden aşağıya iniyordu. Etrafta koşuşturan insanları merdivende durarak izlemeye başladı. Herkes bir yerlere koşuşturuyordu. Anlam veremedi.
Koşuşturan insanlara baktı sonra da kafasını kaldırarak kaşıyarak baktı.
"Davet günü bugün!" dedi yanında beliren siluetin sahibi. Sesi duyunca Doğa birden irkildi. Güney Hancı...
"Senin için verilen davetin koşuşturması bu!" dedi.
"B-bak ben beni sevmediğinin farkındayım ama yapa-" Doğa'nın sözünü kesen şey Güney'in elini havaya kaldırması oldu.
"Konuşmamız gereken ve umursadığım konular değil bunlar! Üzerini değiştir ve salona gel! Dans etmen için yardımcı olacağım. Davet gecesini rezil etmene izin veremem!" dedi ve elleri cebinde yukarıya çıktı. Doğa da olayların şokunu üstünden atmak için olduğu yerde kalakalsa da Güney'in ikazı onu kendisine getirdi.
"Dün konuşurken dilimizde konuşuyordun! Dediğimi duymadın mı! Acele et!" dedi Güney.
Doğa'da merdivenlerden geri çıkıp üstünü değiştirmek için odasına girdi. Üzerini değiştirmeye başladı. Nazik ve lacivert bir elbiseyi üzerine geçirdi. Ayaklarına beyaz spor ayakkabı giydi ve odasından ayrıldı. Kendisini salonda dans etmek için bekleyen Güney Hancı'nın yanına gidiyordu.
Merdivenlerden inerken Züleyha Hanım hayranlıkla Doğa'ya bakıyordu. Bugün Doğa daha güzel giyindiği için olsa gerek her gün bu kızın güzelliğinin daha da arttığını düşünmeden edemedi. Dikkat etmesinin iki sebebi vardı Doğa’nın, Hancı olabildiğini Mine Anne'sine ve Halit Baba'sına bir nebze olsun göstermek. Güney Hancı'ya da onu rezil etmeyeceğini göstermek... Umut ettiği şey buydu.
Salona geldiğinde Güney arkasın dönmüş şekilde camdan dışarıya bakıyordu. Doğa geldiğini nasıl belli edeceğini bilemedi. Boğazını temizler gibi yaptı ve ellerini önünde birleştirdi. Güney'e bakmaya utanıyordu... aslında çekiniyordu. Güney arkasında duran Doğa'yı güzelce süzdü. Umduğundan daha düzgün giyinmişti.
"En azından giyinmeyi biliyorsun! Ama balo kıyafetini annem sana bırakmamıştır. Kendisi karar vermiştir. Bir kaç saatimiz var. Kuaförler gelecek ve hazırlanmaya başlayacaksınız. O yüzden hemen dans etmeye başlayacağız. Bunu sakın bir yakınlaşma olarak görme!" dedi Güney hızlı ve net şekilde konuşurken. Doğa sadece kafasını onaylarcasına sallayabildi. Güney ise gidip müziği açtı ve salonun ortasında durdu. Doğa ise hareketsizce duruyordu. Müzik, Güney’in en sevdiği vals müziğiydi ve bunu bizzat almalarını isteyecekti; The Second Waltz, Op.99a
"Dansa kaldırmak için yapılan o saçma şeyleri yapmamı bekliyorsan sana, daha uzun zaman bekleriz Doğa" dedi Güney. Doğa'nın adını ilk kez ağzına alıyordu. Buna ikisi de şaşırmıştı.
Doğa tereddütle Güney'in yanına gitti ve Güney'in elinin belini sarmasına izin verdi. Elini Güney'in diğer eline nazikçe koydu.
Müzik çalmaya başlamıştı. Güzel bir ritim eşliğinde ayakları ve bedenleri kendi çevrelerinde dönmeye başladı. Doğa Güney'in yüzüne bakmıyordu.
Müzik salonun içinde yankılanırken, Güney ve Doğa’nın adımları ritmin ahengine uyum sağlamaya başladı. Güney, vücudunu hafifçe öne eğerek Doğa’ya liderlik etti. Adımlarını belirginleştirerek ona ne yapması gerektiğini gösteriyor, Doğa’nın vücudunu kendi temposuna uydurmasını sağlıyordu.
“Önce dinle,” dedi Güney, sesi sert ama öğretici bir tondaydı. “Vals, sayılarla değil, hisle yapılır. Müzik seni yönlendirir, sen sadece ona eşlik edersin.”
Doğa başını salladı, ama ayakları hâlâ biraz temkinliydi. Güney, bunu fark ettiğinde hafifçe iç çekti ve ellerinin temas ettiği yerlerde ona rehberlik etti.
“Üç say, içinden. Bir, iki, üç… Bir, iki, üç…”
Doğa, Güney’in yönlendirmesiyle ayaklarını ileri geri atmaya başladı. İlk başta tökezler gibi oldu, ama Güney sıkıca tuttuğu elleriyle dengesini korumasını sağladı. “Acele etme. Gücünü bacaklarından al. Vals zarafetle yapılır, aceleyle değil.”
Doğa derin bir nefes aldı ve müziğin temposuna daha çok odaklandı. Gözlerini kapatıp ritmi hissetmeye çalıştı. Güney’in ayak hareketlerini takip ettiğinde, vücudu da ona uyum sağlamaya başladı.
Güney usulca gülümsedi, ama Doğa bunu fark etmedi. Biraz ilerleme kaydetmiş olmalarına rağmen, Güney ondan daha fazlasını istiyordu.
“Şimdi dönmeyi öğreneceksin.”
Doğa kaşlarını çattı. “Daha düz yürümeyi bile tam başaramadım.”
Güney başını iki yana salladı. “Dans, hata yapmaktan korkanlar için değil. Dönüşlerde de vücudunla akmalısın. Zorla değil, nazikçe. Kendi etrafında değil, benimle birlikte dönüyorsun. Bırak, ben yönlendireyim.”
Doğa, derin bir nefes aldı ve Güney’in onu döndürmesine izin verdi. Ayakları hafifçe kaydı, ama Güney hızla toparlamasına yardımcı oldu.
“Harika, şimdi tekrar,” dedi Güney ve onu tekrar döndürdü. Bu sefer Doğa daha az tökezledi.
Müziğin temposu salonun içinde yankılanırken, ikili birbiriyle daha uyumlu hareket etmeye başladı. Güney’in öğretileri ve yönlendirmeleri Doğa’nın korkularını törpülüyor, hareketleri daha zarif hale getiriyordu.
Müziğin notaları yükselirken, Doğa’nın içinde dansa dair bir özgüven kıvılcımlanıyordu. Bu onun dansıydı… Onun anıydı. Ve Güney Hancı, farkında olmadan ona dans etmenin sadece adımlardan ibaret olmadığını öğretiyordu.
"Dansa kaldıracaklardır eminim seni, tanımıyor bile olsan yüzlerine bak ve tebessüm etmeye çalış... Yabani olduğunu insanlara gösterme" dedi Güney. Doğa ise kırılan hevesiyle kaçıp gitmek istedi ama bu adamdan kaçmaktan yeterince sıkılmış ve yorulmuştu. Bunun yerine kafasını kaldırdı ve gözlerine bakmaya çekindiği kişiye baktı. Üvey abisine... Dudaklarını gerilmeye zorladı. Tebessüm etti... Güney bunun karşısında şaşırsa da tek bir şey bile söylemedi. O da sadece gözlerinin içine bakıyor ve her danstaki erkeğin görevini üstlenip partnerinin bedenini yönetiyordu.
"Dönerken kafanı döndüğün yönün tam zıttı yönünde eğ, böylece daha etkili bir dans olmuş olur" dedi Güney. Doğa'nın dediğini yapması için Doğa'yı döndürdü. Doğa'da dediğini anladığı kadar yapmaya çalıştı. Yapmıştı da. Bu anlama hızlılığı Güney'in yüzünde bir tebessüm oluşturmuştu ancak farkında bile değildi. Doğa bu tebessümü gördüğünde daha da çok gülümsedi. Ettiği dansı daha da özgüvenle yapmaya başlamıştı.
"Elini tuttuğum taraftaki kolumu açtığımda, kolumu açtığım yönde açıl ve ardından dönerek bana doğru gel ve seni tuttuğumda kendini bana bırak olur mu?" dedi Güney. Bir şeyler öğretirken onun kendisinden ne kadar da uzakta olduğunu fark etti Doğa.
"Sana diyorum Doğa! Aval aval bakmayı kes" dedi Güney ve Doğa yeniden kendine geldi. Güney kolunu açtığında Doğa'da o yöne doğru açıldı. İstemsizce boşta kalan eli havaya kalkmıştı. Güney o an fark etti, yabani olan Doğa değildi. Bu dansı bilmemesine rağmen izlediği çocukluk çizgi filmlerinden edindiği bilgileriyle hareket ettiğini düşündü Doğa'nın. Prenses olmak isteyen bir kızın hevesini kırmış olabilir miydi diye düşündü kendince. Doğa'yı kendisine doğru çekti ve belini kavradı. Onu yatırırken Doğa'nın elleri paniklediği için de olsa dansın bir adımı olan hareketle Güney'in boynuna dolanmıştı.
"Cam ayakkabıların ayağına batsa da dans et bu gece Doğa!" dedi Güney. Doğa'yı yatırdığı hareketle aynı zarafette bir hamleyle kaldırdı ve Doğa'nın şaşkınlığına bir kaç saniye baktıktan sonra arkasını döndü. O ana kadar onları izleyen ev haklını görmemişti, Doğa'da öyle. Mine ve Halit alkışlayanların başını çekiyordu. Remzi Usta, Züleyha Hanım ve hatta Nimet Hanım bile büyük bir hayranlıkla alkışlıyordu. Güney bu durumdan rahatsız olmuştu. Bir sinirle aralarından sıvışarak odasına çıktı.
"Bu dansın sana yakışacağını söylemiştim Doğa, yanılmamışım" dedi Halit.
"Hadi gel tatlım, hazırlanmamız gerekiyor" dedi Mine Doğa'ya elini uzatarak. Doğa o eli tuttu ve alkışlayanların arasından utanarak geçti.
"Aaah! Aynı benim gençliğim!" dedi Züleyha Hanım iç geçirerek. Remzi Usta ise eşinin bu lafına karşılık ellerini beline koydu ve cıkcıkladı. "Bu yaştan sonra yalan söylemeye de başladın Züleyha! Hayret ediyorum vallahi!"
"Aman konuşana bakın siz! Sahil dubası kılıklı... Bir o batmıyor birde sen!" dedi Züleyha Hanım. İkisi de didişerek mutfağa yol aldılar.
Doğa ve Mine hazırlanmışlardı. Doğa Mine Anne 'sinin onun için seçtiği siyah elbiseyi giymişti. Makyajı ise burada ilk kez yapmıştı. Yüzünde bir ağırlık hissetse de aynada gördüğü yansıması bu ağırlığı nötrlüyordu.
Doğa, aynada kendine baktığında, karşısında duran görüntüye kısa bir an yabancılaştı. Üzerindeki elbise, alışık olduğu sadeliğin çok ötesinde, siyahın asaletiyle bezenmiş ihtişamlı bir parçaydı. Derin göğüs dekoltesi, Doğa’nın zarif boynunu ve narin omuzlarını ortaya çıkarırken, parlak işlemeler elbisenin üst kısmına ışıltılı bir hava katıyordu. Belden aşağıya doğru akışkan bir şekilde süzülen kumaş, yere kadar uzanıyor, Doğa’nın her hareketinde zarifçe dalgalanıyordu. Etek kısmında bulunan yüksek yırtmaç ise, elbiseye cesur ama asil bir dokunuş eklemişti.
Saçları ensesinden sıkı bir topuz yapılarak toplanmıştı. Düzgün bir şekilde geriye taranmış saçları, yüz hatlarını belirginleştiriyor, Doğa’nın o doğal güzelliğini daha da vurguluyordu. Makyajı ise abartıdan uzak, ancak etkileyici bir görünüme sahipti. Göz kapaklarına sürülen koyu tonlardaki far, ela gözlerini belirginleştirirken, doğal tonlardaki ruj dudaklarına yumuşak bir canlılık katıyordu.
Aynaya biraz daha dikkatli baktığında, içindeki tedirginlikle karışık bir hayranlık hissetti. Bu elbise, ona, o eski Doğa’dan daha farklı birini hatırlatıyordu. Bir prensesten çok, güçlü bir kadını… Gözlerini aynadaki yansımasına dikip derin bir nefes aldı.
Bugün, ne pahasına olursa olsun, bu geceyi en iyi şekilde geçirecekti.
Halit ise takım elbisesini giyiyordu. Güney de aynı şekilde takım elbisesini giymiş ve davetin verildiği binaya çoktan gitmişti.
"Her şey yolunda gidecek!" dedi Barkın Güney'e bakarak. Güney gerginliğinden hiç taviz vermiyordu.
"Ya kimseyle konuşmazsa, ya biri onu dansa kaldırmak istediğinde saygısızlık yaparsa!" dedi Güney endişeyle. Aynı anda da bir ayağını durmadan yere vuruyordu.
"Bak kim geliyor!"
Güney Barkın'ın sözüyle gösterdiği yöne baktı ve Aleyna'yı gördü. Giydiği kırmızı elbisesiyle ortamla neredeyse tamamen uyumlu şekilde yürüyordu.
" Merhaba bebeğim" diyen Aleyna'ya sarıldı Güney. Bir nebze olsun kendisine dönmesi ve tedirginliğini üstünden atması gerekiyordu. Davet verilen yer yavaş yavaş dolmaya başlamıştı. Gelenler, içeri sinin ihtişamına bakarak büyüleniyorlardı adeta. Balo salonu, ihtişamın ve zarafetin vücut bulmuş hâliydi. Göz alıcı altın süslemelerle bezeli duvarlar, yüksek tavanın estetik kubbeleriyle birleşerek kusursuz bir armoni yaratıyordu. Devasa kristal avizelerden yayılan ışık, tavandaki altın detayları daha da belirgin hâle getirirken, salonun her köşesini sıcak bir parıltıyla dolduruyordu.
Salonun ortasında, iki yandan kıvrılarak inen zarif merdivenler, misafirleri adeta bir masalın içine davet edercesine karşılıyordu. Merdivenlerin her bir basamağı, ışığın dans ettiği cilalı yüzeyleriyle sanki yıldızları ayakların altına seriyordu. Zemin, siyah ve altın renkli geometrik desenlerle işlenmiş parlak mermerle kaplıydı; her adım, bu aynamsı zeminde zarif bir yansıma bırakıyordu.Salonun dört bir yanına yerleştirilmiş yuvarlak masalar, bembeyaz örtüler ve altın detaylı sandalyelerle süslenmişti. Mum ışıkları, masaların ortasına yerleştirilmiş cam şamdanlarda yanıyor, loş ama sıcak bir atmosfer yaratıyordu. Her masada taze çiçeklerden oluşan şık aranjmanlar bulunuyor, salonun her köşesine hafif bir yasemin ve gül kokusu yayılıyordu.
Kıyafetleri kusursuzca seçilmiş davetliler, birer yıldız gibi parlıyor, konuşmalar hafif bir uğultu hâlinde salonun içinde yankılanıyordu. Kimi misafirler dans pistinde yavaşça süzülürken, bazıları şampanya kadehlerini kaldırarak sohbet ediyordu. Salonun ihtişamı, içeri giren herkesi büyülüyor, gözlerini tavana, duvarlara, hatta ışığın zemindeki yansımasına çevirmelerine sebep oluyordu.
Ve tüm bu zarafetin ortasında, davetin başrol oyuncuları birazdan merdivenlerden inecek, gecenin gerçek hikâyesi başlamış olacaktı…
Herkes geliyor ve etrafta davetin sahiplerini arıyordu.
"Nerede kaldı bunlar! Gelen onları arıyor!" dedi Güney sinirle.
"Onları bilmem ama onur konuklarımız burada!" dedi Aleyna içeriye girenleri göstererek. Karan Sargın ve babası Nejat Sargın salona giriş yapmışlardı.
"Babamın ortalık yapacağı adamın oğlu olmasa onu pataklama arzuma asla direnmezdim" dedi Güney dişlerini sıkarak.
"Sakin ol! Bugün Doğa'nın rezillik çıkarmasından korkuyorsun ama asıl rezilliği kendin çıkartacaksın neredeyse!" dedi Barkın ve Aleyna'ya Güney'i sakinleştirmesini belli eden gözlerle baktı. Aleyna verilen mesajı anlamış olmalı ki Güney'in elini tuttu ve ona gülümsedi.
"Bir kaç saat canım, sadece bir kaç saat!" dedi Aleyna. Güney ise karşısındaki kız arkadaşına sadece gülümseyebilmişti.
Karan Sargın ise elinde tuttuğu içkisiyle gördüğü üçlünün sırıtarak yanına geliyordu.
"Onur konuklarımız yok mu henüz? Ne o yoksa kendi verdikleri davete geç mi kaldılar? Yoksa kızı göstermekten mi utanıyorsunuz?" Karan'ın söylediği cümleye karşın Güney elini sıkıyor, Aleyna ise Güney'in bileğini sertçe sıkıyordu.
"Onur konuklarımız sizsiniz Sargın Ailesi'nin bireyleri..." dedi Güney sakinliğini korumak zorunda olmanın farkındalığıyla.
"Bugün rezil olacaksınız Güney... O yetimhane gülü eminim nasıl davranması gerektiğini hiç bilmiyordur. Resmen soyadınıza bir leke..." dedi gülümseyerek içkisinden bir yudum aldıktan sonra uzaklaştı.
"Bu gece bir an önce bitsin, yoksa gece bitmeden bu aşağılık herifin hayat serüveni bitecek"
" Öldürsek ya? Sen ve ben! Kimsenin bilmesine gerek yok!" dedi Barkın. Pis pis Karan'a bakarken ikisi de aynı anda içkilerinden bir yudum aldılar.
Doğa ise Mine Annesi 'nin koluna girmiş şekilde yanında Halit Baba'sı ile davetin verildiği salona gitmeye başlamıştı. Önlerindeki koridor ise Doğa'yı hayran bırakmıştı.
Henüz kimseyi görmemişti Doğa ancak salona yaklaştıkça gelen müzik sesini ve insan seslerinin karışmasıyla oluşan gürültüyü duyabiliyordu. Kanı çekildi birden ancak iki yanında duran insanlar için hiçbir şeyi belli etmedi. Bugün başı dik şekilde duracaktı herkesi karşısında. Bir Hancı gibi davranacaktı... Gece bitene kadar...
Salondan içeriye girdiklerinde herkesin kendilerine bakmasını beklememişti. Müzik devam etmesine rağmen Doğa üzerine dikilen gözlerin karşısında uzay sessizliğiyle boğuşuyordu adeta.
Güney ise gelen aile üyelerini görmüştü. Doğa'nın yapılan makyajını ve elbisesini gördü... Kendisine söylemeye utansa da aklından geçirdiği tek şey onun bir Hancı'ya benzediğiydi. Bunu aklından geçirse de kabullenmedi. O da bu gece sona erene kadar sabredecekti.
Doğa yavaş adımlarla bu esnada salona girmeye çalışıyordu ki korktuğu şey başına geldi. Salonun tam ortasındaki piyanonun önünde durdular. Güney de konuşma yapılacağını anlayınca ailesinin yanına gitti ve rol icabı da olsa tam Doğa'nın yanında dikildi.
"Dik dur! Bu gece bir Hancı'sın!" dedi Güney Doğa'ya sessizce. Doğa da onun söylediğini dinleyerek omuzlarını dik tutmaya başladı.
"Hoş geldiniz! Bu geceye dair olan davetlerimizi dikkate alıp buraya geldiğiniz için hepinize çok teşekkür ederim!" dedi Halit Hancı. Gülümseyerek devam etti.
"Bugün sizi burada toplama sebebini bizzat bizden duymasanız da kulaktan kulağa yayılan dedikodulara hakimsinizdir"
Doğa zorla dik tuttuğu omuzlarına binen insanların bakışlarının da yükünün eklendiğini fark etti. Yine de bu aileyi hayal kırıklığına uğratmamak için elinden geleni yapmaya kararlıydı.
"Duyduğunuz şeylerin çoğu doğru dostlarım. Ailemize yeni bir birey katıldı."
Halit’in bu cümlesiyle birlikte etraftaki uğultu biraz daha arttı.
"Lütfen, bunu bir evlatlık kelimesinin altına sığdırmadan önce bir kızın hayatını değiştirmek adına atılmış bir adım olarak görmenizi isterim. Ailemizin yeni bireyini kızımız gibi benimsediğimizi de size söylemek isterim. Umarım sizde onu her gördüğünüzde bir Hancı olduğunu hatırlarsınız"
Halit son kurduğu cümlenin tehtidvariliğinin farkındaydı ancak asla geri adım atmayacaktı.
"Halit Hancı'nın diğer yüzüne merhaba de! Ailesine asla zarar gelmesine izin vermeyen Halit Hancı!" dedi Güney Doğa'ya. Doğa'nın gururunu okşasa da bu durum biraz içten içe ürkmüştü. İnsanlar elleriyle alkış yaparak Doğa'yı alkışlıyordu. Alkışları diğerlerinden daha ağır seyreden bir adam vardı bu insanların içinde. Doğa'nın kulağının altındaki küçük doğum lekesini, yana toplanan saçından dolayı rahatça fark edip nereden hatırladığını düşünen bir adam... Karan Sargın'ın babası... Nejat Sargın...
Nejat bu izi nereden hatırladığını düşünürken oğlu tarafından dürtüklendi ve birden oğluna döndü.
"Gelecekteki ortaklarımızı tebrik etmeyecek miyiz baba?" dedi Karan babasına. Babası da hafif şekilde başıyla oğlunu onayladı ve kendi haline dönerek konuşmaya başlayan insanların arasından Hancı Ailesi'nin yanlarına ilerlediler. Güney gelenleri görünce babasına misafirlerle ilgilenmeliyim diyerek oradan ayrılmıştı.
"Tebrik ederim Halit, düşünceli bir karar vermişsin. Tam senden beklendiği gibi!" dedi Nejat. Elindeki içkisiyle gülümsüyordu ona. "Aramıza hoş geldin küçük hanım!" diyerek elini uzattı Doğa'ya Nejat. Doğa ise bugün hiçbir terbiyesizlik yapmamak zorundaydı ve ne kadar çekinse de uzatılan eli sıktı ve gülümsedi. Müzik yavaştan başlıyordu ve insanlar dans etmek için partnerlerine dans teklifi ediyorlardı. Karan'da etrafına baktı ve bu fırsatı kaçırmak istemedi. Doğa'ya elini uzatarak onu dansa davet etti.
"Bu dansı gecenin en güzel kızından rica etsem beni kırmaz değil mi?"
Doğa tereddütte kalmışı yine ancak sabah Güney'in kurduğu cümleler aklına geldi ve uzatılan ele yavaşça elini koydu. Dans eden bütün çiftler ortaya çıkmışlardı.
Onlarda piste çıktılar ancak Doğa bu adamın kim olduğundan bir habersiz ona gülümsüyordu. Masmavi gözleri siyah gece tonundaki saçlarına meydan okurcasına gecenin ortasında parlıyordu.
"Ben Karan, Karan Sargın." dedi. Eli hafifçe Doğa'nın belini kavrıyordu.
"Ben Doğa, Doğa Hancı" dedi Doğa.
"Az önce öğrendim evet" dedi Karan Doğa'nın boşta olan eli Karan'ın havada olan elinin içine yerleşirken. Karan garip bir şekilde kocaman gözleri olan bu kızla muhabbet etmeyi sevmiş gibiydi. Kirpiklerinin uzunluğuna ise utanmasa hayran kalacaktı. Doğa ise sakinliğini korumaya çalışmayı denemekten başka bir şey düşünemiyordu. Neredeyse karşı cinsten kimseyle konuşmamıştı bile doğru düzgün ama şimdi hayal bile edemeyeceği yakışıklılıkta biri kendisiyle dans ediyor ve ona sorular soruyordu.
Onların bu halini biri fark etmişti. Barkın... Güney'in Doğa'nın Karan'la dans ettiğini görürse işte o zaman kıyamet kopardı. Karan'ı Doğa ile görürse Güney dejavu yaşayacaktı ve işte o zaman yer yerinden oynayacaktı. Barkın dansın eş değiştirme kısmına yetişmek için yanından geçen ilk kıza dans teklifi etti ve karşısındaki kızda tereddüt bile etmeden kabul etti. Barkın Güney'i etrafta arasa da göremedi ve bu bir nebze içini rahatlattı. Piste geldiklerinde dans etmeye başladı tanımadığı kızla. Git gide Karan'a ve Doğa'ya yaklaşıyordu. Eş değişimi olmadan hemen önce ise şu sözü duymuştu Karan'ın ağzından.
"Çok güzel görünüyorsun!"
"Pislik herif!" diye geçirdi aklından Barkın. Eş değiştirme zamanı ise gelmişti. Barkın parterini Karan'la değiştirecek şekilde bir yerdeydi pistte. Planı da işe yaradı.
Doğa ise yer değiştirirken tuttuğu elin Barkın'a ait olduğunu bilmiyordu. Karşısında Barkın'ı görünce ne demesi gerektiğini bilemedi. Öylece kaldı. Barkın'ın burnundan çıkan nefes dudaklarına isabet ediyordu.
"Ne yaptığını sanıyorsun sen!" dedi Barkın tıslayarak.
"D-dans ediyorum" dedi Doğa ürkerek. Barkın onu korkuttuğunu ise yeni fark ediyordu.
"Dans ettiğin kişinin kim olduğunu biliyor musun?"
"Karan Sargın olduğunu söyledi." Doğa neler olduğunu anlamamıştı.
"Güney'in kız kardeşine araba çarptığı gün kimle oynadığını biliyor musun?" diye sordu Doğa'ya... Doğa olumsuzca kafasını salladı.
"Karan Sargın!... Ona düşmanlık etmek için yeterli bir sebep gibi gelmeyebilir ama unutma; nefrette sevgide çocukluktan geliyorsa yoğundur ve mantıklı bir neden aramaz... Güney seni ne kadar sevmiyor da olsa seni Karan'la yan yana görürse eğer bu gece mahvolur! Anladın mı?" dedi Barkın gergin kaslarıyla önce Doğa'ya sonra yüzündeki sırıtışın sinsiliğini hissettiği Karan'a baktı. Dans neredeyse bitmek üzereydi. Kolunu açtı Barkın ve Doğa'da açıldı, ardından dönerek Barkın'ın kollarına bıraktı kendini. Yüzü neredeyse Barkın'ın nefesini hissediyordu.
Karan ise o an danslarını bitiren Doğa'ya ve Barkın'a bakıyordu.
"İstediğin kadar diren Barkın, Doğa ile olacaklara müdahale etmeye gücün bile yetmez" dedi Karan içinden. Dans bitmişti. Barkın Doğa'nın bileğini tutup balkona çıkarttı. Doğa ise bir günde bu kadar çok şey öğrenmenin altından kalkmaya çalışıyordu.
"Entrikaların göbeğine mi düştüm" bu cümle Doğa'nın ağzından çıkıvermişti. Barkın kendisiyle konuşan Doğa'ya döndü ve ona gülümsedi.
"Biraz öyle oldu evet. Bu pahalı kıyafetlerin her birinin altında ucuz ruhların olduğu ucuz bedenler var Doğa. Bu yüzden pahalı giyiniyorlar. Ucuzluklarını saklamak için" dedi Barkın.
Arkadan gelen Güney ve Aleyna'yı ise yeni fark ediyorlardı. Aleyna'nın ruju dağılmıştı. Yanlarına geldiklerinde Doğa bu tanımadığı kızın ve Güney'in ne yaptığını anlamıştı. Güney bu gecenin rezil olmaması gerektiğini düşünüyordu ve Doğa'da bunu biliyordu. Bu yüzden masada duran peçetelerden birini eline aldı ve bardaklara doldurulmuş suyun birazını peçeteye dökerek Aleyna'ya uzattı.
"Rujun biraz dağılmış" dedi. Aleyna biraz utansa da Doğa'ya teşekkür etti ve uzattığı peçeteyi aldı. Doğa'yı sevmişti, bunu bir başkası görse utandırarak, alay ederek konuşurdu ama Doğa bunu yapmamış hatta bir başkası anlamasın ise ona peçete uzatmıştı.
"Hadi" dedi Güney Doğa'nın kolunu çekerek.
"Ne oldu?" diye sordu Doğa ne olduğunu anlamadan piste sürüklenirken.
"Abi ve kardeş olarak dans etmeliyiz. Hancı kardeşler olarak! Şimdi bol bol gülümse Doğa... Doğa Hancı"