-Yağmur & Keman-

1478 Words
Kemanın tellerinden çıkan ezgi odayı sarmıştı. Genç kız, arşeyi teller üzerinde gezdirirken yüzünde huzurlu bir tebessüm vardı. Parmakları zarifçe hareket ediyor, notalar birbirine inci taneleri gibi diziliyordu. Fakat bir anda, yanlış bastığı bir nota bütün büyüyü bozdu. Müge’nin kaşları çatıldı, gözleri hayal kırıklığıyla açıldı. “Müge, bu kaçıncı hata ama!” diye sitem etti hocası, kaşlarını kaldırarak. Müge, başını hafifçe öne eğip mahcup bir tebessümle gülümsedi. “Kusura bakmayın hocam... Tekrar baştan alayım mı?” dedi sesi titreyerek. Hocası derin bir nefes aldı, başını yavaşça iki yana salladı. “Bugünlük bu kadar yeter,” dedi kararlı ama yumuşak bir tonla. Müge, yüzüne belli belirsiz bir tebessüm kondurmaya çalıştı; dudakları kımıldasa da gözlerindeki düş kırıklığı kolayca gizlenmiyordu. Kemanını özenle kılıfına yerleştirirken içinden "Bugün biye böyleyim," diye geçirdi. Aynadaki yansımasına kısa bir bakış attı. Uzun, fönlü sarı saçlarını bileğindeki pembe tokayla ensesinde topladı. Yana düşen ince kahküllerini eliyle kulağının arkasına itip derin bir nefes aldı. O an, dudaklarının kenarında yorgun ama zarif bir gülümseme belirdi. Keman çantasını omzuna astı, sırtını dikleştirip odadan çıktı. Hocası ve iki arkadaşı çoktan koridorun sonunda kaybolmuştu. Kurs binasının merdivenlerinden inerken topuk sesleri mermer zeminde yankılandı. Müge, omzunun üzerinden son bir kez yukarıya baktı; ardından adımlarını hızlandırdı. Okuldan sonra haftada üç gün gelirdi buraya. Hem güzelliğiyle hem de kemanı çalarken yüzüne yerleşen o derin ifade ile herkesin dikkatini çekerdi. Sokağa çıktığında yüzüne hafif bir rüzgâr vurdu. Saçının birkaç teli yanaklarına yapıştı, elinin tersiyle onları geriye itti. Üzerinde kısa kollu dar bir badisi, altında dar kesim bir kot pantolonu vardı. Ayağındaki ince bantlı topuklular, zaten uzun boyunu daha da vurguluyordu.Müge 1.80 cm boyunda 23 yaşında bir kızdı. Kaldırımda yürürken etraftakilerin bakışlarını fark etti. Kimisi onun uzun boyuna şaşkınlıkla bakıyor, kimisi güzelliği karşısında yutkunup başını çeviriyordu. Müge ise dudaklarının kenarına belli belirsiz bir tebessüm yerleştirdi; belli ki bu ilgiyi alışkanlık haline getirmişti. Keman çantasını omzunda sıkıca kavradı, başını dik tuttu ve adımlarını hızlandırarak yola devam etti. Aldırmadan yürüyüşüne devam ederken bir kuyumcunun önünde durdu. Vitrindeki tektaş yüzüklere baktı uzun uzun. Camın arkasındaki ışıltılar gözlerinde parladı. Bir gün… o yüzüklerden birini kendi parmağında görmeyi o kadar çok istiyordu ki. Dudaklarının kenarı, hayal dolu bir tebessümle kıvrıldı. “Yine mi takıldın onlara?” Arkasından gelenhoşnutsuz ama şevkatli bir sesle irkildi. Hemen döndü. Sevgilisi, ellerini ceplerine sokmuş, başını hafif yana eğmiş şekilde gülümsüyordu. “Aşkım!” dedi neşeyle ve hemen ona sarıldı. Berkay, tek kolunu onun beline doladı; ardından usulca uzaklaştırdı vitrinden. Birlikte yürümeye başladılar. Hava kararmaya yüz tutmuştu, gökyüzü gri bulutlarla doluydu. “Bugün ne oldu sana öyle?” diye sordu Berkay, yandan ona bakarak. “Ne?” dedi Müge, başını hafifçe yana eğip kaşlarını kaldırarak. Anlamıştı sorusunu ama bir an bilmemezliğe gelmek işine geldi. Berkay, ondan yaklaşık on santim uzundu; birlikte yürürken başını hafif ona doğru eğiyordu. “Üç kez hata yaptın. Senlik bir durum değil oysa.” Sesinde bu sefer bir öğretmenin otoritesi gizliydi. Berkay onun kurs hocasıydı. İki yıl önce burada tanışmılar ve sevgili olmuşlardı. Kızın güzelliği onu hala büyülerdi. Müge dudaklarını büzdü, gözlerini yere indirdi. Hafif bir rüzgâr saçlarını yüzüne savurdu. “Bilmiyorum,” dedi sessizce. “Bugün biraz kötü uyandım. Okuldaki derslere de veremedim kendimi. İçimde... kötü bir his var, ama ne olduğunu bilmiyorum.” Sözlerinin sonunda başını iki yana salladı, derin bir nefes verdi. “O zaman eve gidince bakarız,” dedi Berkay gülerek. “Sebebi Merkür mü, yoksa...” “Jüpiter,” diye tamamladı Müge, gülümsemesini gizleyemeyerek. Yağmur, adımlarını hızlandırdıkça daha da sıklaşmaya başlamıştı. Eylül ayı gelmişti; İstanbul’un yağmurları artık özlenen bir misafir gibi sık sık uğrar olmuştu. “Araba şurada,” dedi Berkay, “biraz hızlı yürüyelim, ıslanma.” Müge, sevgilisine ayak uydurmak üzereydi ki birden durdu. Berkay da adımlarını kesti, merakla ona baktı. “Ne oldu?” Müge, başını hafif yana eğdi, cilveli bir gülümsemeyle gözlerini kıstı. Ardından omzundaki keman çantasını öne aldı, fermuarı açmaya başladı. “Hadi ama!” dedi Berkay, sabırsızca. “Yine mi?” “Ya hevesimi kırmasan!” diye yanıtladı Müge, tatlı bir serzenişle. Gözlerinde çocuksu bir ısrar parladı. Yağmurun altında keman çalmak, onun en büyük keyfiydi. “Aşkım, acelem var,” dedi Berkay, iç çekerek. “Lütfen!” diye dudaklarını büzdü Müge, gözlerini iri iri açarak baktı. Berkay bu bakışlara daha fazla dayanamadı. Başını iki yana sallayıp pes etti. “Tamam… çal bakalım.” Müge hemen kemanını çıkarıp çantasını Berkay’a uzattı. Arşeyi zarifçe kavradı, kemanı çenesinin altına yerleştirdi. Bu yoldan pek araç geçmezdi. Müge, taşlı yolun biraz ilerisinde durdu ve arşeyi tellerin üzerinde kaydırdı. Yağmurun ritmi, onun çaldığı notalara karıştı. Sokaktakiler, şemsiyelerini açıp hızlı adımlarla yürürken; kimisi çantasını, kimisi kitaplarını başına siper ediyordu. Ama Müge... o tam tersiydi. Yüzüne düşen yağmur damlalarıyla birlikte gözlerini kapattı, müziğin içinde kayboldu. Tellerden çıkan ezgi, yağmurla dans ediyor gibiydi. Kemanın sesi yükseldikçe o da kendi etrafında hafifçe dönmeye başladı. Yol kenarında, bir elektrik direğine yaslanmış halde Berkay onu izliyordu. Üzerinden akan yağmur sularına aldırmadan, yüzünde gurur ve sevgiyle karışık bir ifade vardı. Gözleri yalnızca Müge’deydi. Müge, Berkay’a gülümsedi. Yağmur hızlandıkça, o da parmaklarını daha hızlı hareket ettirmeye başladı. Tellerin titremesiyle birlikte havada yankılanan ezgiler, sanki yağmur damlalarıyla yarışıyordu. Kadın çaldı, yağmur yağdı. Yağmur yağdıkça, kadın daha da coşkuyla çaldı… Yoldan geçenlerin çoğu bir an durup onu dinlerdi normalde, ama bu kez herkesin acele edecek bir işi vardı. Şemsiyeler açıldı, adımlar hızlandı, dünya kendi telaşına karıştı. Müge ise tek başına, kendi evrenindeydi. Uzaktan, gri bir arabadan üç çift göz onları izliyordu. “Ne yapıyor lan bu?” dedi Erdinç, gözlerini kısarak. Camın üzerinde yağmur damlaları dans ediyordu. “Çalıyor işte,” diye cevapladı Fırat, umursamazca. “Lan çalıyor da yeri mi şimdi? Şu lavuk ne zaman gidecek bunun yanından?” “Bilmiyorum ki abi…” dedi Emirhan, sesi kararsız. Ellerini dizlerinin arasında kıstırmış, camın buğusuna bakıyordu. İnanmak istemiyordu. Belki çoktan inanmıştı ama kabullenmek istemiyordu. Müge, düşündükleri gibi biri değildi. Daha çaresiz bekliyorlardı ama kızın yaşantısını sabah evden çıkışından beri izlemişlerdi. Lüks bir evde yaşıyordu. Giyimi kuşamı, arabası ve diğer tüm hayatı refah içinde yaşadığının kanıtıydı. “Abilerine çekmiş,” diye mırıldandı sessizce. Sözlerinde hem şaşkınlık hem kırık bir sevgi vardı. “Ne dedin lan anlamadım?” dedi Erdinç, direksiyonu kavrayan elini hafif kaldırarak. “Dedim ki, abilerine çekmiş. Uzun boylu baksana. Bizim diğer bacılar kısa ya… Allah demek ki onlardan alıp buna vermiş,” dedi Emirhan, acı bir tebessümle. “Harbi ha,” diye onayladı Fırat, camdaki damlalara odaklanarak. Arabada sessizlik çöktü. Yağmurun sesi, sanki içlerindeki huzursuzluğu daha da büyütüyordu. Emirhan, iç çekip başını koltuğa yasladı. “Doğru yapıyor muyuz sizce?” dedi sessiz ama kararlı bir sesle. “Baksana nasıl mutlu şimdi. Gidip kızın hayatını mahvedeceğiz.” “Lan Emir, ne ara bu kadar yufka yürekli oldun?” dedi Erdinç, gözlerini yoldan ayırmadan. “O gülsün diye biz ölecek miyiz?” Sözleri soğuktu ama sanki vicdanını susturmak ister gibiydi. Arabada yeniden sessizlik oldu. Gözler, hâlâ yağmur altında dans eder gibi keman çalan kardeşlerindeydi. Fırat, dudaklarını ısırıp sessizliği bozdu. “Abi… baksana, sokak boşaldı. Diyorum ki… burada mı halletsek?” Erdinç bir an düşündü. Gözleri uzak bir noktaya daldı. Kısa bir sessizlikten sonra kısık bir sesle, “Yok… burada olmaz. Takip edelim. Ara sokakta hallederiz,” dedi. Başını çevirip Emirhan’a baktı. “Sen arabayı sürersin. Biz Fırat’la ineriz. Dediğimiz yere gel. Kızı arabaya atarız.” “Tamam abi…” dedi Emirhan, sesi gergin, elleri direksiyonda titriyordu. Bir süre daha beklediler. Sonra Müge’nin melodisi sustu. Berkay, onun kolunu nazikçe tutup kenara çekmişti. “Gidiyorlar,” dedi Emirhan, doğrulup. “Fırat, iniyoruz.” İki kardeş arabadan indi. Soğuk hava yüzlerine çarptı. Islanan kaldırımların taşları ayaklarının altında kayganlaşmıştı. Çift, elleri birbirine kenetlenmiş halde hızlı adımlarla yürüyordu. Mardin’de kız kaçırmak kolaydı belki; ama İstanbul’un bu gri, soğuk sokaklarında işler farklıydı. Her adım, içlerini daha da sıkıştırıyordu. Dar bir sokağa döndüler. Bu yol otoparka iniyordu; çevresi tarihi taş binalarla çevriliydi. Islak duvarlardan süzülen yağmur, loş ışıkların altında parlıyordu. Erdinç ve Fırat gölgelerin arasına sığındı. Nefeslerini tutarak yaklaştılar. Berkay bir an Müge’ye dönüp bir şey söyleyecekti ki, arkasından gelen sert bir el omzuna yapıştı. Daha tepki veremeden, yüzüne inen yumrukla sendeleyip yere düştü. Yüzüne çarpan taş zeminin soğukluğu ve acı bir anda vücuduna yayıldı. “Kimsiniz lan siz!” diye bağırdı. Müge, korkuyla geri çekildi. Göz bebekleri büyümüş, sesi titremişti. “Berkay!” Tam bağıracakken bir el, aniden ağzını kapadı. Ses boğuldu. Kadın çırpınıyor, ayaklarıyla yeri tekmeliyor, saçları yüzüne yapışıyordu. Gözleri, yerde bir adam tarafından yumruklanan sevgilisine kilitlenmişti. İçinden defalarca “Berkay…” diye haykırdı, ama sesini kimse duymadı. “Abi bu çok güçlü lan!” diye söylendi Fırat, kızı tutmaya çalışırken zorlanıyordu. “Bayılt o zaman,” dedi Erdinç soğukkanlı bir sesle. Fırat cebinden içinde eter emdirilmiş bir bezi çıkardı. Müge’nin yüzüne bastırdı. Müge, önce nefesini tuttu. Gözleri son bir kez aralandı; yağmur damlaları kirpiklerinden süzülüyordu. Ama adam arkasında nefesini dinliyor, sabırla bekliyordu. En sonunda mecburen bir nefes aldı. Kokusunla birlikte ciğerleri yandı, başı dönmeye başladı. Gözleri karardı, dizlerinin bağı çözüldü. Son gördüğü şey, yağmurun altında kıpırtısız yatan Berkay’ın kanla ıslanmış yüzüydü. Sonra her şey karardı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD