7. BÖLÜM: Heyecan

1232 Words
Mutfağın kapısını az aralık bırakıp tamamen içeriye girdiğinde sanırım güçlükle tuttuğum bedenimi ayakta tutamayacaktım. “Oturur musun?” Sanki günlerdir su içmemişim gibi kuruyan dudaklarımı kapatıp beyaz mutfak sandalyesine oturdum. Diğer sandalyeyi çekip oturduğunda gözlerim onun yüzü hariç masanın üzerindeki masa örtüsünün çiçek desenlerinin üstünde geziyordu. “Dedikodular yüzünden mi kabul ettin?” Ah! Nefes nasıl alınıyordu? Terleyen avuç içlerimi dizlerime sürttüm. Keşke yanımda biri olsaydı. “Bu konuyu halletmiştim. Kimse tek kelime dahi etmeyecekti. Kendini zorlamanı istemiyorum, sen hayatına eskisi gibi devam edeceksin. Birileri konuşuyor diye evlenmek zorunda değilsin.” Ses tonu sakin çıksa da birazcık sitemle karışık öfke de vardı sanırım. Öfkesi bana değil, lafları çıkaran insanlara karşıydı. “Dedikodular çıktığı için evet demedim. Nedenini sormasan olmaz mı? Açıkçası kendimi açıklayacak kadar konuşabileceğimi sanmıyorum.” “Yüzüme bakar mısın?” Yanağımın içini kan tadını alıncaya kadar ısırdım. Ben burada ter içinde kaldım yüzüme bakar mısın diyordu. “Yüzüme bakıp benimle evlenmek istediğini söylersen seninle daha rahat konuşacağım Miray. Gözlerini kaçırırsan farklı bir sebepten evet dediğini düşüneceğim ve bu sebep benim canımı sıkıyor. Biri seni zorluyor mu?” Başımı iki yana salladım. Ne kadar saklayacaktım ki yüzümü ondan? Başımı kaldırıp gözlerinin içine baktım. Gözleri cam gibi parlamasına rağmen hüzün vardı orada. Hâlâ inanmıyor olmalıydı. Tırnaklarımı dizime batırıp biraz bekledim. Beklentiyle bakan gözleri sabırsızdı. Asla başka bir yere bakmıyor, dudaklarımın arasından çıkacak kelimeleri bekliyordu. “Dedikodular yüzünden evet demedim. Her ne kadar çıkan laflar yüzünden korksam da sırf birileri konuşuyor diye seninle evlenmem. Evet demek istedim hayır dememi mi bekliyordun?” Tabii ki bekliyordu. Dün adamın yüzüne bağırmıştım lafları kes diye. “Sen ne diyorsan odur. Bir sorun yok bunu anladım. Tekrar soruyorum yok değil mi?” Başımı hafifçe kaldırıp indirdim. “Yok.” Gülümsedi. “Açıkçası zorla evlilik yapmayı ne sen istersin ne de ben. Şunu bilmeni isterim ki babam benden habersiz babanla konuşmuş. Dünkü olanlardan sonra onu buraya gönderecek kadar aklımı kaçırmadım. Seni hiçbir şekilde zor duruma sokacak bir harekette bulunmam, sözlerime inan.” Diksiyonu niye bu kadar düzgündü? Ben iki kelimeyi yan yana getirirken dilim dolanıyordu. Aslında onunla aynı mahallede büyümüş olsak da farklı hayatlara sahiptik. Ben baskıcı bir akrabalara sahipken o her konuda onu özgür bırakan aileye sahipti. Benim yaşam seviyem, eğitim hayatım belliyken bildiğim kadarıyla o iyi bir eğitim alıp güzel bir dereceyle polislik okulunu kazanmıştı. Şu an bile düşündüklerimi yüzümden okuyor bakışı vardı yüzünde. Dudaklarında hafif tebessüm kaşları çatılı durmayacak kadar düzgün, gözleri kış gecesinde bir insanın içini ısıtacak kadar sıcak bakıyordu. Ben neden iki de bir onu ayrıntılı inceliyorum bunu da anlamadım. Sanki karşımda yabancı bir adam vardı. Yıllardır tanıdığım Mirza ağabeydi o. “Beni neden sevdin?” Dilimin ucuna gelenleri sonunda tutamadım. Bu cesaretimden dolayı kendimi tebrik etmem lazım. Yüzündeki tebessüm çoğaldı. Anında kızaran yanaklarımı saklama ihtiyacı hissettim. “Seni neden sevdim? Bu soruyu duymayı beklemiyordum.” Şaşırmıştı. Sandalyesini bana doğru yaklaştırıp mesafeyi kısalttı. Pür dikkat onu izliyordum. Dirseklerini dizlerinin üzerine dayadı. Beli öne doğru hafifçe eğilirken elleri ellerime doğru uzandı. Ellerimi tutacak düşüncesiyle eteğimi avuçlarımın arasında parçalarken üst dudağı kıvrıldı ve o küçük gamzesini saklama gereği duymadan önüme serdi. “Bir çiçek duruyordu orda, bir yerde, bir yanlışı düzeltircesine açmış. (Cemal Süreya) İlk seni fark etmem sana beyaz elbise aldığım zaman olsa da aslında benim seni görmem daha öncelere dayanıyor. Bir yere acil yetişmen gerekiyordu. Yağmur hızını arttırmış sen durukta olmana rağmen seni ıslatmayı başarıyordu. Mavi kot pantolonun paçaları uzun olduğu için sırılsıklam olmuşlardı. Sen of ya of ya diyerek paçalarını yukarıya çekmeye çalıştıkça rüzgâr her estiğinde yağmur uzun saçlarına geliyordu. Bir elinle saçlarını diğer elinle de pantolonunu zapt etmeye çalışıyordun. Kaşların çatılmaktan neredeyse fındık burnunun üzerine inecekti. Ela gözlerin fırtınayı yok edecek kadar alev alevdi. Dudakların her öfkelendiğinde lanet olmasın diyerek isyan ediyordu. Böyle bir günde kalbime ufaktan ufaktan iliştin. Her zaman gördüğüm Miray artık gözüme farklı gelmeye başladı. Eskiden rahatlıkla baktığım yüzüne bakamamaya başladım. Kendime öfkelendim, olmaz senden küçük dedim, aynı mahallede büyümüş iki insansız olmaz dedim. Ne dediysem kalbime söz geçiremedim. Neden seni seviyorum? Sen özelsin çünkü.” Kalbimin ortasında bir sızı oluştu. Bu sızı küçük gibi gözükse de canımı öyle bir acıttı ki utanmasam burada hıçkıra hıçkıra ağlardım. “Beni sevmediğini biliyorum. Kendini bir şeylere zorlama. Bir yola girdik bu yolda bana alışacağın günü sabırla bekleyeceğim. Seni hiçbir konuda zorlamıyorum. Şimdi deki ben istemiyorum, içeridekilere uygun bir dille anlatırım ve bu konu hiç açılmamış gibi kapanır.” Bu benim için imkansızdı. Öyle bir şeyde zor olan hayatım daha da kötü olurdu. Dedemin, babaannemin, amcamın tepkilerini düşünemiyorum. “Eğer susmaya devam edersen aklından geçirdiklerini farklı yorumlayacağım. Ben net olmayı severim Miray, isterim ki karşımdaki kişide net olsun. Sen sustukça ben konuşuyorum beynimin içinde. Konuş lütfen.” “Evet dedim bir kere. Neyse o olsun. İçeriye geçelim istersen biraz fazla kaldık ayıp olmasın.” Geriye doğru çekilip, “Pekâlâ,” dedi. Gömleğinin yakasını düzeltirken ayağa kalktı. Başını eğip kaldırdı ve dışarı çıktı. Ben hâlâ sandalyenin üstüne yapışmış vaziyette oturuyordum. Korkularım yine nüksetti. Ya onun istediklerini veremezsem? Ya onun sevgisi beni boğarsa? Bu yolda bir şeyleri düzeltmeye çalışırken daha karmaşık hale getirirsem ne yapardım ben? “Miray içeriye gel canım konuşuyorlar.” Bir bardak su içip salona geçtim. “O zaman cumartesi günü söz yaparız. Yarın hanımlar alışverişe çıksın, ihtiyaç neyse onu alsınlar. Bir ay sonrada nişan yaparız.” Alaattin amca konuşmasını bitirip babamın onayını beklerken araya girecek olan dedemi ağabeyim kaşlarını yukarı kaldırarak durdurdu. İster istemez bu duruma gülümserken yüzümde hissettiğim bakışlar anında bu tebessümün solmasını sağladı. Bana bakınca gergin hissediyordum. Ve o bana her baktığında böyle hissedeceksem ben nasıl ona alışacaktım? “Söz, nişan bir arada olsun eğer hanımlar da uygun görürlerse. İki kere insanları yormanın anlamı yok.” “Bize uygun,” dediler annemle Nurdan teyze. Benim için fark etmezdi. “Miray ne düşünüyor?” diyen Mirza kalın sesiyle bir anda dikkatleri üzerime çekerken içimden hiçbir şey düşünmüyorum dedim. Sanki duymuyormuşum gibi çaktırmadan bacağıma bacağını çarpan Aslı’nın bacağının üstüne elimi koydum. “Benim için fark etmez. Annemle babam nasıl istiyorsa öyle olsun.” “Senin ne istediğin önemli. Sen nasıl istiyorsan öyle olacak.” Damat dediğin utangaç olup bir köşede oturmaz mıydı? Eve ilk giren Mirza’yla şimdi ki Mirza arasında çok fark vardı. Bu Mirza her zamanki gibi dikkatleri üzerine toplayan, tek sözüyle çok konuşanları susturan, bir bakışıyla dediğini yaptıran adamdı. Sanırım çekingenliği benim gözlerinin içine bakarak evet istiyorum dediği an kayboldu. “Babamın dediği gibi söz nişan bir arada olabilir.” “Tamam o zaman. Önümüzde üç gün var, yarın alışverişe gidip alınacakları alalım. Zaman kısayken beklemenin anlamı yok.” “Nişan gecesi imam nikâhları da kıyılsın. Yarın bir gün birlikte bir yere giderler, ellerini tutarlar günaha girmeyelim.” Tutamadı çenesini dedem. Kaşlarım çatılırken Mirza’nın da benden geri kalan bir yanı yoktu. Üstelik o daha öfkeli bakıyordu dedeme. Babam ve ağabeyime baktım bir şey söylemeleri için. “Düğün ne zaman olur?” diyen ağabeyim kafasında bir şeyler düşünürken, “Üç ay sonra eğer size de uygunsa yaparız,” diyen Alaattin amcanın sesiyle bu kadar erken mi dedim içimden. Millet bir sene nişanlı bekliyordu, biz niye acele ediyoruz? Üç ayda ona alışabilir miyim? “O zaman dini nikâhları nişan günü kıyılsın. Babamın dediği gibi birbirlerinin evlerine girip çıkacaklar. İkisinin de ahiretini yakmanın bir anlamı yok.” “Biz direkt cehenneme gideceğiz Kuzey’le.” Fısıldayan Reyhan’ı duymazlıktan geldim. Ne yapıyordum ben, üç ay sonra evleniyordum. Bu durumun altından kalkamazsam kendimle birlikte bir kişinin de bedeni kalacaktı taşın altında. Yapabilir miydim? Üç ayda başı dik, gözlerini üstümden çekmeyen adama alışabilir miydim?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD