Bölüm 3

2739 Words
DURU YATMAN Babamın ofisinde her zaman ki gibi içimde ki huzursuzluğumla çalışıyordum. Hesapları incelerken şirketin durumunun iyice kötülediğini fark ettim. Bir süredir çokta iyi durumda olmadığımızı elbette biliyordum fakat bu kadar da kötü durumda olduğumuzdan haberim yoktu. Babamın yıllardır biriktirmiş olduğu dostları olmasa meğerse şimdiye kadar çoktan iflas bayrağını çekmişiz. Durumun vahametini görünce kendimi işe iyice kaptırmıştım. Hatta nerede olduğumu bile unutmuştum. Ki bu benim için imkansız gibi bir şeydi. Birden kapının açılmasıyla yerimden sıçrayarak ayağa kalktım. İçeri giren kişiyi tanımıyordum. Ne yapacağımı bilemiyordum. Kapana kısılmıştım. Panikle kulaklarım uğuldamaya başladı. Kalbim deli gibi çarpıyor, nefes alamıyordum. Vücudum titreme krizlerine tutulmuştu bile.. Gelen adam bir şeyler söylüyor olmalıydı, dudaklarının kıpırdadığını gördüm. Fakat ne dediğini anlayamıyordum. Bana doğru adım attığındaysa geri geri kaçarak duvara çarptım. Allah'ım ne yapacağım ben diye korkuyla yalvarırken biri içeri girdi. Kimin geldiğini, ne dediklerini hala anlayamıyordum. Gözlerim yaşlardan buğulanmışken, biri sanki boğazımı sıkıyordu. Diğer gelenin babam olduğunu; adamı dışarı çıkarıp yanıma geldiğinde anladım. Bir şeyler diyordu ama anlayamıyordum. Derin derin nefesler alarak kendime gelmeye çalıştım. Sonra babamın ne dediğini anladım. "Duru! Duru'm iyi misin?" derken endişeyle acı çekerek bana bakıyordu. Babamı çaresiz gördüğüm her anda sanki kalbime bıçak saplıyorlardı. Onu böyle görmemek için de elimden bir şey gelmiyordu. En azından rahatlasın diye iyi olduğumu söyledim. Ellerimi yüzüme götürdüğümde ıslak olduğunu fark edince hemen gözlerimi temizledim. Sakinleşmek için derin derin nefesler alırken; tekrar "İyiyim." dedim. "Bir şeye ihtiyacın var mı?" derken bir taraftan da hızla getirdiği suyu önüme bırakıyordu. Başımı hayır anlamında sağa-sola salladım. "İç şunu." Uzattığı suyu itirazsız içtim. Daha çok sakinleştiğim de "İyiyim. Sadece boş bulundum." dedim. "Emin misin?" "Evet, merak etme." "Adam bekliyor gitmem lazım, hemen gönderip tekrar yanına gelirim. İstersen hemen eve gideriz." "Sen git. Ben iyiyim. Bir sürü işim var zaten. Gelmene gerek yok, çalışacağım." "Kendini kötü hissedersen ara gideriz." deyip, dışarı çıktı. Arkasından öylece bakakaldım. Hemen eve güvenli bölgeme gitmek istedim ama hemen çıkarsam babamı yine çaresiz halde görürdüm. Kendimi zor da olsa sakinleştirmeye çalıştım. BÜLENT YATMAN Anlattıklarımı duydukça yüzündeki değişim; bakışlarının hedefinde olmadığım halde beni bile korkuttu. Belki de yıllardır içine düştüğüm bu cendereden beni kurtaracak kişi ‘Çitra’ idi. Çitra bir efsaneydi. Adı bile bir çok insanı korkuturdu. Piyasa da yıllardır yeraltı dünyasından olduğuna dair söylentiler dolaşıp dururken ben hiç bir zaman söylentilere inanmadım. Neden bilmiyorum? Belki bir his.. Belkide yılların vermiş olduğu tecrübe.. Şimdi karşımda ve bana kızımı soruyor. Kızım.. Canımın yarısı.. En büyük keşkem.. En büyük pişmanlığım.. Küçücük yaşında öyle şeyler yaşadı ki.. Onu koruyamadım. Bir baba olarak iki evladımı da koruyamamışken yaşamanın ne anlamı var ki? Yedi yıldır bu soru ile yaşıyorum işte. Tüm hayatıma bedel yedi yıl.. Ama mecburum yaşamaya.. Karım.. Hayat eşimin kalbi olanları kaldıramayınca bir başına kaldım. Çocuklarım için mecburum.. Günden güne karşımda eriyen çocuklarımı gördükçe öyle zor ki yaşamak.. Onlar için güçlü olmak zorundayım. Zorundayım ama gücüm kalmadı ki.. "Kim?” Duyduğum soruyla içine düştüğüm düşüncelerden sıyrıldım. Sesi kısık fakat derindendi. Gözleri ürkütücü bir hal almıştı. "Anlamadım." dedim. Gözünü bile kırpmadan bana bakıyordu. Aynı kısık ama derinden gelen sesiyle ”Kim yaptı!?” dedi. Kim yaptı!? Bende yıllarda bu sorunun çevresinde dönüp durmamış mıydım? Kim yaptı? Hangi aşağılık şerefsiz yaptı? O daha küçücüktü.. Babasının prensesi, annesinin kuzusu, abisinin cimcimesi.. Biz incitmeye kıyamazken paramparça ettiler prensesimi.. O bıcır bıcır cimcime gitti geriye sadece bir enkaz kaldı. Hepimizi de o enkaza gömdü o şerefsiz! "Bilmiyorum. Ne kadar uğraştıysak da adını söylemedi. Yıllardır benimde sorduğum tek soru bu!" Cevabımla beraber birden sessizce ayağa kalktı ve hiç bir şey demeden kapıyı vurup gitti. Giderken de son umudumu da alıp götürdü. Anlaşılan derdimin çaresi Çitra’ da değildi. Oysa ki anlattığım şeylere verdiği tepkilerle işte oldu demiştim. Sonunda tüm dertlerimin devası kendiliğinden beni bulmuştu. Bir kaç kere daha önce karşılaşmıştım Çitra ile.. Her seferinde de yardım istemek dilimin ucuna kadar gelmişti aslında ama bir türlü sesim çıkmamıştı. Hep son anda koskoca Çitra benim kızımla mı uğraşacak diye düşünüp vazgeçmiştim. Odama girerken bakışlarında ki kararlılık ile yanıldığımı düşünsemde karşımda ki boşluk düşüncelerimin ne kadar doğru olduğunu gösterir nitelikteydi. Çitra kalan son umudumu da alıp, çekip gitmişti.. KARAHAN ÇİTRA 04 Temmuz 2018, Çarşamba Duru.. Ne kadar da güzel bir adı vardı. Onu tarif edecek olan gerçekten de 'duru'ydu.. Tertemiz, saf çocuk kalbiyle başına neler gelmişti.. Düşünceler beynimin içinde sürekli dönüyordu. O kocaman korku dolu zümrüt gözleri, hiç durmadan sessizce akan gözyaşları, titrek nefeslerini aldığı dolgun dudakları.. Hiç biri gözümün önünden gitmiyordu. Nasıl kıymışlardı böyle bir masuma?.. Anlamak imkansız! Evet onu gördüğümden beri tam bir ay geçti.. Ve geçen bir ayda bir an bile olsa o gözler aklımdan çıkmadı. Başlarda acıma olarak düşündüğüm hislerimin zamanla çok daha fazlası olduğunu anladım. Gecem gündüzüm Duru olmuşken buna basit bir acıma demek hem bana hem de hissettiklerime hakaret sayılırdı. Bu geçen sürede boşta durmadım. Kızı bu hale getiren şerefsizin cezasız kaldığını öğrendiğim anda onun cezası çoktan kesilmişti. Kıza karşı hislerimin ne denli yoğun olduğu sonucu değiştirmezdi. Bir ay önce Bülent Yatman’ın yanından ayrıldığım anda hemen olayı araştırması için ekibimi görevlendirmiştim. Hatta kız hakkında daha çok şey öğrenmek için kızın evine bile girmişti. Daha da ilginci kızın yaşadığı yerdi. Yüksek duvarlı, siyah kapılı bir yerde bulunan evleri bana ister istemez hapishaneleri anımsatmıştı. Bir görev için kısa bir süreliğine hapishane de kalmıştım. Hayatımda en nefret ettiğim zamanlardan biri de o kısa zamandı. Her ne kadar görev için girmiş olsam da yine de tutsak psikolojisi insanın içini daraltıyordu. Tabi ben ihtiyacım olan bilgiye eriştiğim anda çıkmıştım. İstediğim zamanda çıkabileceğimin bilinciyle bile içeri de olmak berbattı. Bu kızsa yedi yıldır kendi kendinin tutsağıydı.. Asıl ilginç olan kısım burası bile değildi. Evin içinde bulunan ev beni gerçekten de çok şaşırtmıştı. İçeriye ellilerinin ortasında olduğunu tahmin ettiği sevimli kadındaki anahtarla girmekse düşündüğünden bile zor olmuştu. Şimdiye kadar onca göreve katılmış, asla girilmez denilen yerlere girmiştim ve bu kadar zorlandığım nadiren olmuştu. Tabi ki bunda kimseye görünmemeye ve zarar vermemeye çalışmasının payı da büyüktü. İçeriye girdiğimde ise gördüğüm ilk şey hareketi algılayan ışıklardı. Koridor, o ışıklar olmasa tamamen karanlık olacakmış. Girdiğim oda da ise sadece bir tane koltuk ve tüm duvarları kaplayan raflarla, kitaplar vardı. Kütüphane başka bir odaya daha açılıyordu. Oraya geçtim, dört duvarı yüksek tavanı açık bir bahçeyle karşılaştım. Burada da sadece büyük bir havuz, bir şezlong ve çiçekler vardı. Bahçede de geldiğimden ayrı bir kapı daha vardı oradan geçtiğimde bir banyoya girdim. Banyoda da bir dolap bile yoktu. Sadece bir küvet, açık bir duş, bir klozet ve bir de lavabo. Banyoda ki diğer kapı ile yatak odasına girdim. Burası da pek farklı değildi. Bomboştu sanki.. Bir tane daha oda görünce merakla oraya da gittim, giyinme odasıydı. Ama dolabı bile yoktu her şey açıktaydı. Giyinme odasında bulunan başka bir kapı görünce onu da hemen açtım. İlk girdiğim kütüphaneye açıldığını gördüm. Aklımda ise sormak için bir sürü soru birikmişti.. Şimdiyse yine başladığım noktaya döndüm. Şirkete adımımı attığım anda aynı güvenlik görevlisi beni görse de soru sormaya fırsatı olmadan ben yolu bildiğim için hedefime doğru dümdüz ilerledim. Şu an kimse ile uğraşacak durumda değildim. Bugün Duru babasının evindeydi, bende fırsattan istifade Bülent Bey’le konuşmak için yanına geldim. Daha fazla beklemeye tahammülüm olmadığı için hızla yerinde oturan sekreterine “Bülent Bey içeride mi dedim?” “Şu an önemli bir görüşmede, kendileri rahatsız edilmek istemediğini söyledi?” Diyen sekretere aldırmadan kapıyı açıp girdim. Masasında oturan Bülent Bey birden beni görünce çok şaşırdı ve ayağa kalktı. Bülent Bey’le beraber görüştüğü adamlarda birden ayağa kalktılar. Bakışlarımı dikip Bülent Bey’e baktığımda; ne demek istediğimi anlamış olacak ki “Beyler kalanları sonra konuşuruz.” Deyip, çalışanları olduğunu tahmin ettiğim kişileri odadan gönderdi. Kapı kapandığı anda hiç uzatmadan söze girdim. "Duruyla evlenmek istiyorum." Adamın şaşkınlıkla birden gözleri büyüdü. "A-anlamadım?" "Anlaşılmayacak bir şey yok. Duru ile evlenmek istiyorum!" "Bu imkansız.." "Benim hayatımda imkansız diye bir şey yoktur." "Anlamıyorsunuz. O-o bana bile dokunmuyor." "Önemli değil, bana dokunacak!" "Anlamıyorsunuz." "Sadece zaman lazım ve ne kadar beklemem gerekirse o kadar beklerim!" "Gerçekten anlamıyorsunuz bu imkansız. Sanırım size göstersem daha iyi olacak. Gelin benimle!" Sessizce onu takip ettim. Arabasına bindiğinde yanına bindim. Telefonuyla hızlıca birini arayıp "Benim bir saatlik işim var, şirketten çıkıyorum. Duru gelecek ona göre düzeni kur, sana emanet." dedi. Merakla baktığımı görünce kısaca 'oğlum' diyerek açıkladı. Sonrasında ise ikimizde düşüncelerimizle baş başa kaldık. Sonra da Duru’yu aradı ve acilen şirkete geçmesini istediğini söyledi. Ardından da evdeki bir çalışanı arayıp, Duru evden ayrıldığı anda haber verilmesini istedi ve evine yakın bir yere park edip beklemeye başladık. Sessizce beklerken birden “Neden Duru?” dedi. “Aşık oldum.” Basit ve net. “Çitra her şeye sahipsin. Güç, para, heybetli bir vücut ve yakışıklı bir yüz. İstediğin herkese sahip olabilirsin. Neden Duru?” “Saydığın her şey bugün var belki de yarın yok.. Asla bunlara göre yaşayan biri olmadım. Aşık olmak içinse bunlara ihtiyacım yok. Ben sadece bir çift zümrüt gözü istiyorum.” Dediğimde ağzını açtı. Ne diyeceğini bilemez bir şekilde bir iki kere açıp kapadı. O sırada telefonu çaldı ve Duru’nun evden ayrıldığının haberi geldi. Eve gidene kadar hiç konuşmadık. İçeri girdiğimizde arabayı park edip aşağı indik. "Burası bizim evimiz. Buyurun." diyerek beni eve davet etti. Sessizce takip ettim. Daha önce eve girdiğimi belli etmek istemeyerek yolu göstermesini bekledim. "Sultan Hanım!" diye seslendiğinde Duru’nun evinin anahtarını taşıyan sevimli kadın geldi. "Hoş geldiniz, buyurun Bülent Bey." derken şaşkın gözlerle bir yandan da beni süzüyordu. Gözleri soru doluydu. Anlaşılan bu eve çok sık misafir gelmiyordu. Yine de teyit etmek için Bülent Bey'in konuşmasına fırsat vermeden konuştum. "Sultan Hanım beni görünce bu kadar şaşırdığına göre pek misafiriniz olmuyor." "O olaydan sonra Duru'yu eve getirdiğimizde evde bir kaç kişi vardı. Çok yakın aile dostlarımız ve onların çocukları, Duru'nun arkadaşları.. 'Geçmiş olsun ve Başınız sağ olsun' demek için gelmişlerdi. Duru'm onları görünce yeni bir kriz geçirip kimseyi evde istemediğini söyledi, en sonunda da vücudu titremelerine dayanmayıp bayıldı. Ben de o korku ve sinirle herkesi evden kovdum. O zamandan beri de ben, abisi ve çalışanlar dışında eve kimse gelmedi. Ta ki bugüne kadar.." "Anladım." diyerek ciddi bir ifadeyle başımı aşağı yukarı bir kere salladım. Kızın durumu sandığımdan ciddiydi. Onun yaşadıklarıyla ilgili öğrendiğim her yeni şeyde nefretim artıyordu. O şerefsizi inim inim inletmeden bana bu dünya da rahat nefes almak yoktu. Sultan Hanım hala merakla beni süzüyordu. Bülent Bey tekrar Sultan Hanım'a dönerek "Duru'nun evinin kapısını aç!" dedi. Kadın duyduğuyla yine bir şok yaşamış, hızla bir bana bir Bülent Bey'e baktı. "Üzgünüm ama bunu yapamam, biliyorsunuz." Anlamamış gibi yaparak merakla Bülent Bey'e baktım. Sessiz sorumu anlamış olacak ki açıkladı. "Eve yabancı biri girmese de gece gündüz demeden sürekli ağladı, yorgunluktan düşüp uyuyakaldığı her anda da sıçrayarak çığlıklarla uyandı. Ne kadar bizden başka kimse eve girmeyecek desem de ikna edemedim. Herkese karşı güvenini yitirdi. Bana bile.. Sadece ilaçlarla bir süre uyutmayı başarıyorduk, fakat ilacı bıraktığımız anda yine aynı şeyler olunca çözümü bunda buldum. Kendini nasıl güvende hissedeceğini sorduğum da verdiği yanıtlarla işte ortaya böyle bir ev çıktı. Ev içinde ev olarak tasarlandı. Duru'nun evine ise; yapıldığından beri Sultan Hanım dışında kimse girmedi. İzin vermiyor." Duyduklarımı hazmetmem biraz zaman alsa da bunu belli etmedim. Bir süre birbirimize baktık her ikimizde hareket etmeyince “Evi görmeyecek miyiz?”dedim. Bülent Bey şaşkınlıkla bana baktı. "Şaşkınlığımı mazur gör, duyduklarından sonra gidersin diye düşünmüştüm." "Gitmek yok Bülent Bey, evlilik konusunda kararlıyım." dediğimde daha çok şaşırarak bana baktı. "Önce tamamını gör sonra konuşuruz." dedi sonrada gözleri iyice yerinden fırlamış olan Sultan Hanım'a bakarak "Hadi Sultan Hanım aç şu kapıyı!" dedi. Sultan Hanım gitmeye niyetimizin olmadığını anlayınca istemeyerek de olsa pes etti. "Bülent Bey içeride hiç bir şeye dokunmak yok. Girildiğini hissederse neler olur, en iyi siz biliyorsunuz." dediğinde sessizce ikimizde onayladık ve Sultan Hanım'ı takip ettik. Eve girince sanki ilk kez giriyormuş gibi tekrar gezdim ve aklımdaki soruları sormaya başladım. "Neden her oda birbirine bağlı? Kendi içinde bir labirent gibi.." "Her daim ikinci bir kaçış yerinin olmasını istedi." "Pencereler için ne düşünüyor?" "Onların duvarların zayıf noktası olduğunu düşünüyor. Kolay kırılırmış." "Yani kendi isteğiyle yıllardır hapis hayatı yaşıyor.." dedim inanamayarak. Bir şeyler tahmin etmiştim ama bu gördüklerim çok çok fazlaydı.. "Maalesef öyle." "Olaydan sonra okulu ne oldu?" dedim eğitimi yeni aklıma gelmişti. "Liseyi o sene bıraktı ama biz daha sonrasın da Sultan Hanım'la çok uğraştık, devam etsin diye.. Bir sene sonra ikna oldu açıktan bitirdi. Üniversiteyi de aynı şekilde okumasını sağladık. Sınav zamanları okulu iki öğretmen gönderdi, sınavlara evde girdi. Üniversite sınavı içinde aldığım özel izin sayesinde Duru'ya özel sınıf açıldı. Denetmen olarak da iki öğretmene görev verildi. Ekonomi bölümünden bu sene mezun oldu." "Anladım." dedim düşünceli bir sesle. "Baktıysanız çıkabilir misiniz? Duru gelmeden her yeri silmem gerekiyor. Geldiğinizi anlamasını istemiyorum. Sadece bana güveniyor ve bunu yıkamam." dedi Sultan Hanım büyük bir ciddiyetle. Sultan Hanım anladığım kadarıyla evde yardımcıdan çok aileden biri gibiydi. Bülent Bey "Tamamdır Sultan Hanım." dedikten sonra bana döndü. "Hadi çıkalım şirkette konuşuruz. Aklım Duru'da." dediğinde başımla onaylayarak yine sessizce takip ederken; kolumda hissettiğim elle bir an şaşırarak durdum. Sultan Hanım'a döndüğümde "O yeterince incindi. Yaralarını saramayacaksan ondan uzak dur!" dedi. Kadın hem otoriter hem de ilginç bir şekilde şefkat dolu gözlerle bana bakıyordu. Beni gören herkesin verdiği ilk tepki daima tedirginlik olmuşken bu kadın karşımda dimdik cesaretle duruyor, üzerine bir de emir veriyordu. Benimle bu şekilde korkmadan konuşması beni hem şaşırttı, hem de Duru'ya olan sevgisi ve sadakati saygımı kazandı. "Duru'yu kızın gibi sevdiğin belli. İşin ilginç tarafı benimle böyle konuşmaya cesaret edebilen nadir insanlardansın! Fakat bu demek değil ki tekrarını hoş görürüm. Duru'ya gelince ne kadar incindiğini görmemek imkansız. Onun o zümrüt gözlerinden korkuyu sileceğim! Artık ben varım endişelenmeyin." "Eğer, eğer o korkuyu silebilirsen.. İşte o zaman.. işte o zaman sana canım feda.." dedi kadın umutla. "Canın senin olsun, Duru artık benim! Ona iyi bak bana yeter." Kadını şaşkın bakışlarıyla bırakarak Bülent Bey'in peşinden arabaya gittim. Şirkete geldiğimizde beni yine Duru şirkette iken kullandığı odaya götürdü. Kırılan masa gitmiş yerine yenisi gelmişti. Sessizce bir süre birbirimize baktıktan sonra Bülent Bey söze girdi. "Hala aynı şekilde mi düşünüyorsun?" "Ben bir şeyi bir kere söylerim." "Peki nasıl olacak? Seninle aynı odada olmak bile onu ne hale getirdi, gördün. Ben istemez miyim kızım mutlu olsun, evlensin, yuvası olsun. Ama bu imkansız!" "İmkansız diye bir şey yoktur! Tüm yaralarını saracağım. Onu mutlu edeceğim. Sende, oğlunda bana yardım edeceksiniz." "Nasıl?" "En önemli sorun evliliğimize ikna olması. Onu buna mecbur bırakacaksınız. Kızsa da, küsse de lafınızdan dönmeyeceksiniz." "Geçerli bir sebep olmadan buna asla ikna olmaz." "Geçerli bir sebebi var! Planım var." "Neymiş?" "Burada işe başladığını söylemiştin. Şirketin durumundan haberi var." dediklerimle gözleri büyüyerek bana baktı. "Bunu sen nereden biliyorsun?" "O gün buraya aslında şirket hakkında konuşmaya gelmiştim. Tüm senetlerinizi piyasadan topladım." "ÇİTRA! Sen nasıl bir adamsın! Bu söylediklerinden sonra sana güvenipte; kızımla evlenmene izin vermemi nasıl bekleyebilirsin?" "Vereceksin! Sende biliyorsun ki kızının hayatında sahip olabileceği tek şans benim! Onu daha kim olduğunu bile bilemediğiniz o şerefsizden korurum. Ona güven içinde korkusuz bir hayat vadediyorum. Seninle şimdiye kadar yüz yüze çok sohbet fırsatımız olmasa da Bülent Bey biz birbirimizi tanırız." dediğimde pes ederek omuzlarını düşürdü. "Haklısın. Eğer onu koruyacak biri varsa o da sensin! Peki, sana son bir soru?" Bir kaşımı kaldırdım ve soracağı soruyu merakla bekledim. "Neden ben? Bu senin tarzın değil. Sen hangi şirkete el koysan o şirketin patronu ortadan kayboldu. Ardından da pis işlere bulaştığına ve bunları hak ettiğine dair dedikodular döndü. Ben yıllarca şerefimle çalıştım. Bunu eminim ki sende biliyorsun. Duru olmasa gerçekten de şirketime el koyacak mıydın?" Sorduğu soruyla bir an afalladım. Yaşlı Kurt yine karşımdaydı.. Bir kere karar verilmişti. Bu adamda artık ailemdendi ve ona yalan söylemek istemedim. "Açıkçası neden sen, bende bilmiyorum. Sizin şirket hakkında duyumlar aldığımda normalde ilgilenmeyeceğim kadar çok ilgilendim ve araştırmalarını istedim. Ama hayır, sizin şirkete el koyamazdım. Çok yapacağım dedim ama şimdi daha iyi anlıyorum Duru olmasa da yapamazdım. Ben hakkıyla, şerefiyle çalışana dokunmam, dokunamam. Belki de Duru kaderimde vardı. Onunla tanışmam gerekiyordu ve şimdi buradayım." Gözleri ışıldayarak bir an bana baktı. "Gerçekten de onun korkusunu silebileceğine inanıyorsun, değil mi?" "Sileceğim!" dedim tek seferde duraksamadan net bir şekilde. "Umarım dediğin gibi olur. Duru'm her gün gözümüzün önünde eriyor ve hiç bir şey yapamıyorum. Her ne kadar seni vazgeçirmeye çalışmış gibi görünsem de evleneceğim dediğin ilk andan beri vazgeçmemen için dua ettim." Sonunda pes etmişti. Gülümsedim. "Merak etme Bülent Bey! Bugünlerin hepsi geride kalacak. Sadece bir süre ben ne dersem oğlunla beraber onu yapmanız gerek." Başıyla hemen beni onayladı. "O zaman bana 'Bülent Bey' demekten vazgeç. Sen de artık benim bir oğlumsun. Bana 'baba' de lütfen." Sonunda Bülent Bey'in duvarlarını yıkmış kalesini fethetmiştim. "Peki Bülent baba." dedim hafifçe gülümseyerek. 'Baba' kelimesi benim içinde yeni bir kelimeydi. İlk kez kullanıyordum. Garip hissetsem de isteğini yerine getirdim. Duru için ne kadar çabuk birlik olursak o kadar iyiydi. Hem Bülent Bey de kabul edip, ona 'baba' dememden memnun görünüyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD