Okula giderken, her zamankinden daha da duygusuz hissediyordum kendimi.
Hep bugünü hayal ettim, on sekiz olduğum ilk sabahı düşündüm. Ama hiç de beklediğim gibi olmadı. Oldukça sıradan, ruhsuz bir sabah. Diğer 6569 sabahtan pek de farklı değil.
Neden özel günleri sevmediğimi daha iyi anlıyorum şimdi. Sıradan olan bir güne, özelmiş gibi davranmanın bir tane bile mantıklı yönü yok. Oldukça sıradan bir tenekeyi altın varsaymak gibi bu da, oysa ki o altın değil. Altına yakın bile değil...
Sınıfa girdiğim zaman, her zaman oturduğum yerin boş olduğunu gördüm. Normalde sınıfta bu tarz konular sorun olmuyordu ama bu hafta iki kız yer kavgası yaptı. Bu tarz şeyler hoşuma gitmiyor. Kendimi oldukça basit, anlamsız bir tartışmanın içinde bulduğum her an hayatımı daha çok sorgular hale geliyorum. Zaten insanlardan uzak durmaya çalışıyorum, bir de kendimi anlamsız kavgaların içinde bulamam.
Yerime oturup kitaplarımı çıkardım. Genelde ders anlatılsa bile test çözüyorum. Üniversite sınavı daha önemli. Özellikle bazı öğretmenler, müfredat içinde olmamasına rağmen ekstra bir şeyler anlatıyorlar. Buna gıcık oluyorum, zaten sınava girdiğim zaman kafam dolu olacak. Bir de sınavda çıkmayacak yerler ile beni daha fazla oyalıyorlar. Bunun yerine test çözmek daha güzel geliyor. Her açıdan...
"Duydun mu?" dedi Aysel yanıma gelerek. Her zaman böyle gereksiz bir heyecanı oluyor üzerinde. Aslında bu hoşuma gidiyor. Çünkü kendi içimde olan ruhsuzluk, diğer insanların enerjileri ile birlikte bir miktar dengeleniyor gibi geliyor. Belki de öyle değildir ama onları neşeli bir şekilde görmek güzel.
"Neyi?" diye sordum. Her zaman bunu yapar zaten. Bir konuyla ilgilendiğimi düşünmeyi seviyor. O yüzden, benim duymadığımı bildiği halde bana soruyor. Anlamsız bir heyecan, bana sorarsan saçma. Ama yine de mutlu oluyor bununla. Aslında bazen buna imrenmiyor da değilim. Ufak şeylerle mutlu oluyorlar. Belki de olayın sırrı çok düşünmemektir. Bilmiyorum...
"Yeni öğretmen... Matematik öğretmeni sonunda emekli olmuş. Başka biri gelecekmiş yerine." dedi yanıma otururken.
Çok yaşlı bir matematik öğretmenimiz vardı. Artık dinazor diye dalga geçmeye bile başladık kendi aramızda. Adam o kadar yaşlıydı ki, bir yerden sonra ders anlatırken can verecek diye korkar oldum. Korktuğum şey, öldüğünü görmek değildi. Bunu da umursamıyorum. Sonrasında oluşacak olan sahte travmalar ile uğraşmak istemiyorum. Sahte göz yaşları ve onlara katılmak zorunda olmam... Cenazeler de bu yüzden gitmeyi hiç sevmediğim etkinlikler arasında yer oluyor. Ağlamak ve üzülmek zorundasın... Yani bir zorunluluk değil de üzülmüş gibi görünmek gerekiyor, neticede orası cenaze. Aynı zamanda pide yemen gerekiyor. Çok garip... Birisi ölüyor ve geri kalanlar yemek dağıtıyor. Bu adetleri de anlamıyorum. Her şeyin aşırı manasız ve boş gelmesi bir yana, tamamen geride kalan yakınlarına işkence olsun diye türemiş bir adet bence. Pideci arayıp duruyor yakını ölen kişiler. Belki de bir uğraş olduğu için olayla ilgili düşünmüyorlar. Bilmiyorum... Sevdiğim birisi ölmedi. Sevdiğim birisi olmadığı için de böyle bir ihtimal yok. Sanırım, bu hissi asla öğrenemem. Bundan şikayetçi değilim gerçi.
"Eee? Yerine başka bir dinazor mu geliyor?" dedim. Okulun genel olarak öğretmenleri yaşlı. Buna alıştım artık. Yerine gelecek kişi de öyle olsa asla şaşırmam. Normal karşılarım.
"Hayır... Kanka... Yerine gelen adam bir acayip. Eski okulundan bir kızı tanıyorum o söyledi. Bütün okul adamı konuşuyormuş." dedi. Gözlerime bakarken duyduğu heyecan, onun da gözlerine yansıdı. Neden bu kadar heyecanlı sahiden? Önemli bir bilgiyi herkesten önce öğrendiği için mi? Bu tarz ufak yarışlarda pek bulunmadım. O yüzden anlamıyorum altında yatan motivasyonu da...
" Neyi konuşuyorlar ki? Ne yapıyor adam? Sorular mı çıkıyor?" diye sordum.
"Hayır kanka ne sorusu saçmalama. Dersten kafanı kaldırsan göreceksin bir şeyleri... Adam acayip yakışıklı biriymiş. Gören bir daha bakıyormuş." dedi.
"Ne alaka ki... Öğretmen yani sonuçta. Yakışıklı olması ne fark eder?" dedim. Daha önce bir öğretmenin dış görünüşü hakkında hiç böyle düşünmedim. O yüzden yakışıklı bir adamın bizim okula gelip gelmemesi de pek umurumda değil.
"Kızım manyak mısın sen? Adam evli değil, ayrıca çok karizmatik biriymiş. 29 yaşındaymış. Gerçi çok da genç sayılmaz... Sonuçta birisi 22 yaşında mezun olsa..." ve konuşmaya devam etti. Ama devamını dinlemedim. Sadece onun ağzının hareket ettiğini, bir şeyler söylemeye çabaladığını anlıyordum. Daha fazlası değil.
" En azından dinazordan daha genç. " dedim.
" Evet. " dedi gülerek. " O kadar heyecanlıyım ki... Acaba ne zaman gelecek... Bugün gelmeyeceği kesin gibi. Çünkü onun yerine diğer matematikçi gelecekmiş. O da belki gelir..."
"Neden bu kadar önemsiyorsun ki? İlla ki gelecek. Geldiği zaman ne yapacaksın adamın boynuna mı atlayacaksın?" dedim.
"Hadi ama sana kalsa tüm gün test çözelim başka bir şey yapmayalım. Hiç mi öğretmen fantazin olmadı?" dedi.
Geldik en renkli konuya...
Cinsellik...
Kendimi hiçbir cinsel yönelimde görmüyorum. Lakin genel olarak yaşadığım hissizlik hali, buna da yansımış olmalı ki kimseye karşı böyle bir ilgim olmadı. Açık seçik sahneler görürdüm ama bunlar bende ekstra bir etki yapmadı. Hayatım boyunca da arkadaşlarımın fantazi dedikleri düşüncelere kapılmadım.
Sadece kafanda bir şeylere odaklanıp da cinsel haz yaşamak bana göre değil. Denedim aslında. Kendime dokunmaya çalıştım ama hiçbir etkisi olmadı. Bütün sürecin sonunda çöl kadar kuru hissediyordum kendimi. Çok çeşitli versiyonlarını denedim ama bir türlü anlattıkları gibi hissedemedim.
Aslında hepsi bir tür oyun. Bir tür bağımlılık... Seks, yemek, para... Hatta acı bile. Ben ise bunların her birine sadece uzaktan baktım. Hiçbirine düşündüğüm kadar dahil olamadım. Çok da merak etmiyorum zaten. Bu yüzden önemli değil...
"Hayır olmadı. Öyle şeyler bana göre değil biliyorsun." dedim.
"Sen nasıl yaşıyorsun anlamıyorum bazen. Yani senin yerine bir tane bitki de olsa aynı şekilde yaşar biliyorsun değil mi? Biraz hayatını yaşamaya başlaman lazım. Kanka ben sana diyorum bak çok acayip şeyler kaçırıyorsun." dedi. Sesindeki heyecan daha da arttı.
" Teşekkür ederim. Ben köşeden izlemeyi tercih ederim... " dedim ve defterimi açtım.
" Sen bilirsin kanka ama adam fena biri diyorlar. Bayağı da gizemli biri olduğunu söylüyorlar. Adamla ilgili fazla bir şey yok ama çok fazla dedikodu var. Herkes bir şeyler diyor ama kime inanacaksın ki... " dedi ve o da kitabını çıkarmaya başladı. Ders başlarken göstermelik de olsa kitap çıkarıyordu. Bu sene sınavda başarılı olmak istemiyor, öyle bir amacı da yok zaten ama en azından biraz çaba gösterse güzel bir yer kazanır. Zeki bir kız, kendini harcıyor. Büyük ihtimalle o da benim hakkımda böyle düşünüyor ama tamamen farklı bir açıdan... Iste bu yüzden insanları yargılamak çok doğru gelmiyor. Kime göre, neye göre... Sadece ilgimi çekmeyen şeylerden uzak duruyorum. Onların yaşamlarını incelemeyi uzun zaman önce bıraktım.
Ders başladığı zaman her zamanki sıkıcı rutin kendini tekrar etmeye başladı. Ara ara sınıfta taşkınlık yapan birkaç tane erkek oluyor ama onun dışında bir hareketlilik yoktu...
On sekiz yaş...
Hiçbir şey değişmedi...