3. Bölüm

2861 Words
Gökyüzü, gece boyunca bütün yükünü yeryüzüne bırakmasına rağmen yine de kasvetli bir sabaha uyandı insanlar. Yağmur hafiften çiseliyor, rüzgar tatlı bir meltem havası içinde toprağı okşayarak esiyor, kuşların şarkıları kulaklarda çınlıyordu. Yüzünü göstermeye niyetli olmayan güneş, bulutların arasında bir görünüp bir kaybolurken şehre yabani bu topraklarda gün hep erken başlardı. Fakat bir çok şehir sakinlerinin aksine güne her daim erken başlayan Leonard Harington da vardı ki bu genellemere hep aykırı davranırdı. Bugünse akşamın verdiği rahatlıkla her zamankinin aksine erken kalkmak bir yana dursun alışılmış saatinin neredeyse iki saat sonrasında gözlerini zor güç açmıştı. Yastığına sinmiş ve oradan burnuna doluşan yasemin kokusu dün gecenin hatıralarını unutturmamacasına aklına doldururken ilk işi geceyi birlikte geçirdiği kadını aramak olmuştu ama odasında olmadığını anlaması çok da uzun sürmedi. Böylelikle tahminlerinde yanılmadığını anlıyordu. Bakire olabilirdi ama bu, para için bedenini kullanmakta tereddüt etmeyecek bir kadın olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Odasının kapısına kadar gelme cesaretini gösterdiğine göre olacaklarında farkındaydı. Ki bu, bilinçli olarak geldiğini de belli ediyordu. Çarşafa tutunmuş lekeye baktı hissizce. Sonra kızın endişelenmiş ifadesi gözlerinin önüne geldiğinde kafasını salladı. Bu bir kandırmacadan başka bir şey değildi. Duygu sömürüsüyle daha çok para alacağını düşünüyor olmalıydı fakat Leonard'ın gözünde değersiz bir kadındı. Vereceği bir kaç kuruş onun değersiz ruhuna fazla bile gelirdi. Büyük ihtimal prangasından kurtulduğu için seviniyordu. Bir bela olarak gördüğü bakireliğini kendisine vermiş ve şimdi istediği gibi gönül eğlendirebilirdi. Şu an bile başka bir adamın kollarında olabilirdi. Bu düşünceyle kaşlarını çattı. Umursamaması gerekirken neden içinde bir yerlerde tahmin edemediği bir ağırlığın oluştuğuna anlam veremedi. Belki de gözleri yüzündendi. Denizin dibinden aldığı koyu mavi gözlerinin büyüsü aklını bulandırmış olmalıydı. Yaşadıkları anın zevkiyle buğulanan bir çift okyanus mavisi gözün etkisine bu kadar çabuk girmesi şaşırttı kendisini. Kendine gelmek ister gibi kafasını sallayarak kızı düşünmeyi bırakıp hızla yerinden doğruldu ve üstünü giyindi. Yapması gereken öncelikli bir işi vardı. Yeterince oyalanmıştı. Bir an önce Castle Combe'a gidecek ve o arazileri kendi mülklerine katacaktı. Ardından da hiç vakit kaybetmeden Londra'ya dönecekti. Ayakkabısına uzandığı sırada yere düşmüş bir kaç düğmeye gözü takılsa da umursamadan odadan çıktı. *** Grace bütün gece uyuyamamış bacak arasındaki ağrı nedeniyle pek hareket edememişti. Yorgundu. Bedenen, zihnen ve kalben yorgun ve bitkindi. Ne düşünmesi gerektiğini bir yana bırakadursun ne hissetmesi gerektiğini bile bilmiyordu. Tanımadığı bir adama verdiği bakireliği miydi yoksa ruhu muydu bilmiyordu. İlk kez bilememek, gelecekten bir haber olmak kendisini rahatsız ediyor ve korkularını gün yüzüne çıkarıyordu. Paslı çerçevesi olan büyükçe aynadan yansıyan görüntüsüne bakarak iç çekti.. İnsan bir gecede ne kadar değişebilir demeye kalmadan on yıl yaşlanmıştı sanki Grace. Çökmüş ve morarmış göz altları şimdiden koyu halkalarla süslenmişti. Ağlamaktan koyu kırmızıya dönen göz bebekleri uzun süredir göz yaşı döktüğünü belli eder cinstendi. Keşke her şey bir kaç görüntüden ibaret olsaydı diye düşündü. Fakat değildi. Tüm genç kızlık hayalleri, tüm geleceği, tüm gülüşleri bir gecede tükenmişti. Özgür olmak ve delicesine uçmak isterken kanatları kırılmış, içinde var olan umut paramparça olmuştu. Gözünü her kapattığında zihnine üşüşen karanlık gözlerin yansıması uykusuz gecelerin başlayacağının habercisi gibiyken günün doğması için saniyeler sayar olmuştu. Karanlık, iliklerine kadar donmasına neden olan gözleri hatırlatmasa katlanabilirdi belki ama güne hasret kalmış kırlangıç gibi çırpınıyordu. Fakat Tanrı biliyor ya, yine de içinde bir yerlerde bir kez daha o koyu karanlık gözlere bakmayı diliyordu. . İnkar etmiyordu Grace. Ürkütücü adamla geçirdiği her vakit önce korkmuş sonra şimdiye kadar yaşamadığı en güzel anları yaşamıştı. Bir adamın hem bu kadar sert hem de bu kadar nazik olabileceğini kim bilebilirdi? Teninde ki dokunuşlarını ve kendisini tüketircesine öpüşünü hatırladı. Arzunun nasıl elle tutulur hale geldiğini... Acı çekeceğini bildiği halde tekrar kendisine dokunmasını istemesi kadar saçma bir düşünce yoktu ama istiyordu. Nasıl yapacaktı? Aklından çıkmayan gözleri nasıl unutacaktı? Şu an bile ne yaptığını delice merak ederken nasıl hiçbir şey yaşanmamış gibi devam edecekti? Geceden beri durmayan gözyaşları tekrar akmaya hazır hale geldiğinde boğazından bir hıçkırık koptu. Ağlardı Grace. Ailesinin yok oluşuna, çocukluğunun yitişine ağlardı. Şimdi ise kayıp geleceğine ağlıyordu. Sessiz çığlıklarını duysa insalar sağır olurdu. Duysa kuşlar, ötmeyi bırakırdı. Duysa güneş, doğmazdı bir daha. Pencereden gelen kuş seslerini dinledi. Oysa bu cıvıltılar önceden senfoni gibi gelirdi, şimdi ise bir cenaze marşından farkı yoktu Grace için. İçine çektiği hava bile yetmezken kendisine , küçük bir kız çocuğu gibiydi. Annesine ne çok ihtiyaç duyduğunu bir Tanrı bilirdi. Belki de ilk kez anne yokluğunu bu denli kuvvetli hissediyordu. Eğer yanında olsaydı bir gecelik kurban olmayacak, yine iki odalı evlerinde saçlarını örecek, masallar anlatacaktı. O öldüğünden beri örmemişti saçlarını. O kadar gülünçtü ki , şu an her şeyi bırakıp saçlarını örmeyişine ağlayacaktı. Belki de yabancı adamı düşünmek istemediğinden ağlamaya ihtiyaç duyuyordu. Dün geceden beri gelen bu ihtiyaç sanki bir daha hiç sönmeyecekti. Gece erkenden-daha kimseler uyanmadan - ayrılmıştı adamın yanından. Adam diyordu. Koyu karanlık gözlere sahip adam. Kimdi bilmiyordu ama en kuvvetli zehirden bile daha etkili bir şekilde içine işlemişti. Yavaş yavaş tüketen bir zehirdi ve Grace biraz daha ağlarsa belki de bu zehre gerek kalmadan hıçkırıklarında boğulacaktı. Hatırladıkça geceyi ve sonrasını göz yaşları istemsiz yakıyordu yüzünü. Aşağıdan zor güç çıkardığı suyla yıkamıştı vücudunu. Hatırlamak istemediği fakat aklından çıkmayan her şeyi çıkarmak ,bir kenara atmak istemişti Silebilirmiş gibi derisini soyarcasına sabunlamıştı gencecik bedenini. Adamın gözlerinin değdiği her yeri, dudaklarının değdiği dudaklarını önce gözyaşlarıyla sonra sabunla yıkamıştı. Geçmiyordu lanet izler. Hatıraları çıkaracak bir sabun yok muydu? Gitmez miydi bir avuç suyla? Değişmez miydi şimdiden griye çalan kaderi? Gitmiyordu işte. Her şey gibi o da kalmıştı zihninde ve teninde. Unutabilir miydi gece karası gözlerde gördüğü arzuyu ve aynı zıtlıktaki şevkti? Unutabilir miydi dokunduğu her yeri yakan ellerini? Unutmak istedi. Uyumak ve bir daha uyanmak istemediği gibi unutmak istedi. Sonra halası ve amcasının kendisine gülen gözleri geldi aklına. Nasıl bakacaktı yüzlerine? Uyarmamışlar mıydı en başından? Hiçbir müşteriyle konuşmasına izin vermeyişleri ve kendisinin itirazlarını hatırladı. Onlara göre herkes kötüydü. Ama Grace hep olduğu gibi herkesin iyi olduğuna inanırdı. Şimdi inandığı her şey adamın odasındaki çarşaf gibi kana bulanmıştı. Saatler geçtikçe üstüne binen ağırlık çoğalıyor ve nefes almasına engel oluyordu. Her an amcası ya da halası odasına gelebilirdi. Hiç bu saate kadar aşağı inmediği olmamıştı. Ama nasıl inecekti? Nasıl bakacaktı yüzlerine? Sanki değse gözleri kendisine anlayacaklardı yaptığı hatayı. Anlayacaklar ve hayal kırıklığına uğrayacaklardı. Korkuyordu Grace. Kendisini saran kolların kendine sırt çevireceği düşüncesi korkutuyordu. Gülen gözlerdeki parıltıları söndüreceğinden korkuyordu. Belki de saklamak en iyisi olacaktı. Hem onları üzmeyecek hem de yüzerine baktığında kendisine dönen nefret dolu bakışları görmeyecekti. Belki içten içe kan ağlayacaktı ama yine de onları üzmeyecekti. Ağrılarına rağmen çabucak toparlandı. Gözyaşlarını kuruladı önce. İyi olduğuna karar verdiğinde derin bir nefes alarak aşağının yolunu tuttu. *** Leonard oturduğu masadan müşterilerle güler yüzlü bir şekilde ilgilenen hancı ve karısını göz hapsine tutmuşçasına dikkatle seyrediyor , anlamaya çalışıyordu. Bu güler yüzlü insanların para için bakire bir kızı yatağına göndermelerine ise şaşırmadan edemiyordu . Bu derece mi düşmüşlerdi? Her müşteriden böyle mi para kazanıyorlardı? Sorulması ve hesap verilmesi gereken onca soru varken güler yüzlü karı koca rolünü iyi oynuyorlardı doğrusu. Belki de gerçekten evli bile değillerdi. Düşünmeyi bıraktı. Umurunda olmaması gereken ayrıntılar için kafa yormaya gerek yoktu. Bakışlarını tekrar önünde duran kahvaltıya çevirdi. Leonard hayatında bu kadar sıradan bir kahvaltı görmemişti. Onun zengin menüleri yanında bu gördükleri kahvaltıdan sayılmazdı. . Ama aç kalmaktan iyidir diyerek bir kaç lokma aldı. Catle Combe'a gitmekte gecikmişti bu yüzden buradan sonrasını atla gidecek ve en kısa zamanda orada olacaktı. Haftaya üçüncü gemisi limana demir atacaktı ve imzalaması gereken bir yığın dosya olduğuna emindi. Ama neden hala burada oyalandığını anlamıyordu. Çoktan gitmesi gerekirken bir saattir kahvaltı yapıyordu. İçten içe okyanus mavisi gözlere sahip kadını bir kez daha görmek istiyor olabileceği fikri düşüncelerine yerleştiğinde bu düşüncenin onu ne kadar rahatsız ettiğini ancak sonra fark edebilmiş ve kendisine gülmüştü. Leonard asla bu tip insanlar için düşünmez aksine onlara acırdı. Para uğruna bedeninden vazgeçen bir kadına ne üzülebilir ne de yaptığı bu hareketine saygı duyabilirdi. Üstelik görmeyi istemek söz konusu bile olmazdı. Hızla yerinden doğruldu. Hancı ve karısı bu çıkışına hayretle bakarken diğer bir kaç müşterinin de onlardan farkı yoktu. Hancıya işaret ederek kapıya doğru yürüdü. Grace ise mutfağa indiğinde tahmininde yanılmadığını fark etti. Margaret Hala endişeyle kendisine bakıyordu. "Ah... Tatlım, neredeydin? Seni merak ettik. Arwin amcan beni oyalamasaydı yanına gelecektim. " Margaret her sabah erken kalkan kızını bu sabah göremeyince telaşlanmıştı fakat Arwin çok yorulmuş olabileceğini söyleyerek yukarı çıkmasına engel olmuştu. Haklıydı. Yorulmuş olmalıydı. Üçünden başka çalışan yoktu. Bütün gün mutfakta o narin vücudu harap oluyordu. O kadar kırılgan bir kızın mutfakta saatlerce ayakta olmaması gerekirdi. Grace, halasının endişelenmiş ifadesine bakarak gülümsemeye çalıştı ama kırgın bir gülüş olduğunu anladı Margaret. Neden diye sormadı ama gülüşündeki hüznü yakalamıştı hemen. "Bugün uykuyu biraz fazla kaçırmışım, " dedi Grace yarım bir gülümsemeyle. "Çok çalışmaman gerektiğini sana uzun zamandır söylüyordum," Margaret sitemle, dokunsa kırılacak gibi duran kızına baktığında ona kızamadı. Yanına yaklaşarak sarıldı. "Sen benim kızımsın Grace, hastalandığında iyileşmen günler alıyor ve ben hastalanmanı istemiyorum ," Bu doğruydu. En son yağmurda kalıp üşüttüğünde haftalarca kendisine gelememişti Grace. Kaç yaşındaydı o zamanlar on altı mı? Kafasını salladı . Kaç yaşında olursan olsun Grace hep narin bir kızdı. Grace kendisine kızım diyen kadının kollarında teselli bulurcasına sessizce ağladı. Ama bu sessizlik kıyameti koparacak cinstendi. Söylemek ve bağıra bağıra ağlamak istediği onca şey varken "Teşekkür ederim ," dedi sadece. Ben bu sevgiyi hak etmesemde teşekkür ederim. "Deli kız, ağlıyor musun? " Margaret bir adım uzaklaşarak inci tanesi gibi gözyaşı döken Grace'e baktı. Bugün neden böyleydi anlam veremedi ama onu böyle üzgün gördüğünde sızlayan kalbi iyi şeylerin olmadığını söylüyordu. Halasının daha fazla endişelenmesini istemeyen Grace "Sadece biraz duygusallaştım?" dedi ve eski kahverengi elbisesinin kollarıyla gözyaşlarını silerken kendisine hakim olmaya çalıştı. "Hadi sen tekrar odana git ve dinlen. " Margaret Grace'in bugün iyi olmadığını görebiliyordu. Bu halde çalışmasını istemeyecek kadar da çok düşünüyordu. Kızıydı elbet düşünecekti. Grace tekrar o küçük odaya giderse kafayı yiyebileceğini düşünerek olumsuzca baş salladı. "Hayır Hala. Sana yardım edebilirim ," Kafasını dağıtacak uğraşa ihtiyacı vardı. Halasının inat etmeyeceğini umarak baktı. Margaret "Peki peki ama ağlayıp durmayacaksın, " dedi gülümseyerek. Grace de gülümsemeye çalıştı ama histen yoksundu. Sonra aklına gelmişçesine devam etti Margaret "Akşam gelen York Dükü odayı boşalttı. Gidip çarşafları toplarsan bana yardımcı olursun,tatlım " En azından hafif işler verebilirdi. İnatçı bir kişiliği olduğunu itiraf etmek gerekiyordu. Dük... Bu unvan belki de hayatını değiştiren lanetli bir kelimeydi. Dün akşam olanların bir nevi suçlusu değil miydi ? Kimi kandırıyordu? Kendi aptalca merakı yüzünden gelmemiş miydi bu olaylar başına? Grace eğer bir günah keçisi arıyorsa aynaya bakmalıydı. Suçlu olduğunu bildiğinden belki de bu denli kırılganlaşmıştı. "Grace! " Margaret'ın kendisine seslenişiyle düşüncelerinden sıyrıldı. "Evet?" "İyi misin tatlım?" Margaret belki de endişelenmeliydi. Grace bugün oldukça tuhaf davranıyordu. "Evet iyiyim , dük gitti mi?" "Dinlemiyor musun beni ? Şu an dışarıda amcanla birlikte atları hazırlıyorlar.Hadi sende oyalanma da yukarı çık, sağdaki dördüncü oda" Grace kafasını sallayarak yukarı koşturdu. . Malzeme odasından aldığı kirli torbasıyla odanın önünde durduğunda dalgınca odaya girdi. İçeride yabancı olmayan kokuyu duyumsayarak kafasını kaldırdığında gecenin hatıraları zihnine dolarken yavaşça yatağa yaklaştı. Fakat içinden bunun olmaması için sessiz bir dua gönderiyordu Tanrılara. Çarşafta artık kuruyan lekeyi gördüğünde bir adım geriledi. Hayır! Tanrım! Dün gece birlikte olduğu adamın dük oluşuyla şaşkına uğrarken bir süre durakladı ve hızlı adımlarla aşağının yolunu tuttu. . O düktü ve şimdi gidiyordu. Grace ne düşünmesi gerektiğini bilmiyordu. Tek bildiği onun gidecek olmasıydı. Mutfağa girdiğinde az kalsın Margaret'a çarpıyordu ki son anda kendisini durdurdu. "Tanrılar aşkına Grace ! Ne oldu ?" Grace arka kapıya doğru giderken "Hiçbir şey! " diye bağırdı ama ne Margaret'ı ne de başka birini düşünecek halde değildi. Ahırı geçtiğinde durdu. Çokta uzağında olmayan ve amcasının yanında sırtı kendisine dönük adama baktı. Uzun ve yapılı vücudu korkulması gereken bir adam olduğunu bağırıyordu sanki. Grace bu kadar uzaktan bile otoritesini hissedebiliyordu. Yine de içinde bir yerlerde aynı kişi olmamalarını diliyordu. . Adam bulunduğu yöne doğru yüzünü döndüğünde saklanma amaçlı bir tahta kapının arkasına geçti. Yanılmıyordu. Oydu. Hayatını mahveden ve şimdi çekip giden bir düktü. Yüzündeki soğukluk, gözlerindeki karanlıkla birleştiğinde bu adam kesinlikle ürkütücüydü. Ama onu görünce hızla atmaya başlayan kalbi aynı şeyi düşünmüyor gibiydi. Çevik bir hareketle ata binişini seyretti. Atla bir bütünmüş gibi duruşunu... Sonra arkasına bakmadan atı dört nala koşturuşunu. Yanakları ıslanana kadar ağladığını fark etmeyen Grace kalbini esir eden adamın öylece uzaklaşan silüetini seyretti ve kendisinin bu küçük handa geçecek olan acılı günlerine ağladı. Bir süre temiz hava alıp içeri girdiğinde "Grace ! Tanrım! Koşarak nereye gidiyordun ?" diye soran Margaret 'a ve yanında duran amcasına bakarak omuz silkti. "Biraz hava almak istedim ," Ne kadar inandırıcı olduğu tartışılırken Arwin cebinden bir kese para çıkararak devam etti ," Bizim dük bonkör çıktı, bir gecelik kalmasına rağmen neredeyse iki haftalık para bıraktı. Ayrıca hizmetimizden oldukça memnun olduğunu söyledi, " Arwin sevinçle dükün söylediklerini anlatırken Grace'in kulakları uğulduyordu. Hizmetinizden memnun kaldım demesine mi yoksa bir fahişeye verir gibi para vermesine mi yansaydı bilemedi. "Öyle değil mi Grace ?" Arwin'in sorduğu soruyla kendisine gelen Grace yine konuyu kaçırdığını fark ederek mahcup bir ifadeyle baktı. "Sana söylüyoruz hayatım, dük buraya geldiğine göre belki soylu müşterilerimiz artabilir. Böylelikle kazancımız sayesinde daha iyi bir hayatımız olur, " Arwin'in sevince kurduğu cümle Grace için hiçbir şey ifade etmiyordu. Baş sallayarak onay verirken bile bir hayaletten farkı yoktu. Margaret ve Arwin Grace'in daha önce şahit olmadıkları bu hali için endişelenirken Grace eski neşesinden yoksun bir halde yanlarından ayrıldı. "Nesi var bunun?" Arwin'in sorusuyla kaşlarını çatan Margaret "Bilmiyorum ama yakında öğreniriz, " diyerek Grace'in çıktığı kapıya doğru bakıyordu. Grace içinse gelecek koyu bir karanlık gibiydi. Ne yapacaktı? Nasıl yapacaktı? Hiçbir şey bundan daha kötü olamaz derken başına neler geleceğinden habersizdi. Kalbini hızla attıran ilk adam metreslerinin kollarındayken Grace bu küçük handa her gün biraz daha yaşlanacaktı. *** Leonard atla yaptığı bir saatlik yolculuğun ardından nihayet Castle Combe'daki malikaneye varabilmişti. Gelişinden haberdar olan çalışanlar bir bir kapıya dizilirken uşak olduğu belli uzun ve yaşlıca bir adam Leonard'ın yanına gelerek selam verdi. "Hoş geldiniz efendim ,biz sizi dün bekliyorduk, " "Yollar pek müsait değildi, " diyen Leonard her zamanki gibi soğuk bir duruşla cevap verdi. Onun bu soğukluğu karşısında ne diyeceğini bilemeyen uşak kapıların açılması için işaret verdiğinde ağır demir kapılar yavaş yavaş açılarak malikanenin geniş bahçesini gözler önüne serdi. Atından inen Leonard açılan kapılarla beraber Londra'daki Malikanesi gibi olmasa da hatırı sayılır büyüklükteki eve ve bahçeye göz gezdirdi. Bu ev, yüksek vitraylı pencereleri ile göz kamaştırırken, malikanenin gri ve altın yaldızlı işlemeleri ve araya konuşlanmış beyaz ve fil dişi renkleriyle uyumlu dış duvarları, sade bir tasarım örneği gösteren fakat şanına yaraşır mimari yapısıyla eskiden geldiği evden çok daha farklıydı. Hiçbir şeyi belli etmeyen ifadesine rağmen etkilendiğini kabul etmeliydi. Bu düşüncelerle yürümeye başladığında bir yandan da çevreye göz gezdirmeyi ihmal etmiyordu. Yol boyunca dizilen renkli taşların ustalar tarafından titizce yerleştirilmiş olduğu her halinden belliydi. Yolun iki kenarına sıralanan ağaçlar dallarını yerlere kadar eğerek hoş bir görüntü sunuyordu. Biraz daha ilerisinde, sağ yanında bahçenin odasındaki havuz kenarına konulan Davut ve Meryem heykelleri dikkat çekerken bahçenin rengarenk çiçeklerinden gelen koku büyülü bir şekilde havayı sarmış gibiydi. Ardından burnuna gelen yasemin kokusuyla durakladı. Neden sonra bir çiçeği aramak yerine kızı tekrar görmeyi beklediğini fark edemeyerek etrafına bakındı Leonard. Uşağın bir sorun mu var dercesine yanına yaklaştığını fark ederek yürümeye devam etti. Ne yaptığı hakkında en ufak bir fikri yoktu. Sağduyusunu bu denli kaybettiği başka bir zaman var mıydı emin olamadı. Düşüncelerini geride bıraktığı kızdan uzaklaştırarak tekrar etrafına odaklandı. Neden sonra merdivenlerin baş kısımlarına konuşlandırılmış çift başlı aslan heykelleri bu evin York Dükalığına ait olduğu izlenimi verirken bu detayın burada olmasına şaşırdı. Halbuki henüz bu malikane ve araziler kendi topraklarına ve mülklerine ait değildi. Neden ya da kim kendi Dükalık armasını bu malikaneye inşaa ettirsindi? Belki de bir tesadüftü. Ya da değil. Bir şeylerin- tam olarak adını koyamadığı bir şeylerin- gereğinden fazla tuhaf oluşundan hoşlanmadı. Merdivenleri tırmanırken nasıl olsa öğreneceği düşüncesiyle ilerledi. Kendisine selam veren hizmetlilere kısa bir baş selamı verirken yüzüne bakıp gözünü çevirenlerin de oldukça farkındaydı. Ama bunu umursamamayı öğreneli yıllar olmuştu. İçeri girdiğinde dışarıdan görünen ihtişamın içeriye yansımadığını fark etti sonra fakat yine de Fransız tarzı perdeler ve ünlü ressamlara ait olduğu bariz belli olan tablolar dışarısının zenginliğini aratmıyordu. Uşağın kendisini yönlendirmesine izin vererek ana salona geçti. Gözüne çarpan ilk nesneyse yerinde olmuştu. Öyle ki şu an boğazından geçecek sıcak bir rom yorgunluğunu üzerinden atabilmesine yardımcı olurdu. Vitrine yönelerek bir kadeh hazırladı kendisine ve kuyrukmuş gibi peşinde dolanan uşağa göz gezdirdi. Oldukça yaşlı olmasına rağmen kendisinden sağlıklı olduğuna yemin edebilirdi. . "Adın ne? " diye sordu ama bunun pek bir önemi yok diyen bakışları vardı. "Eric, efendim ," "Peki Eric , bu evde kim kalıyor?" Kiminle konuşması gerektiğini bilmediğinden olsa gerek sorma gereği hisseden Leonard pencereye yaklaşarak bahçeye göz attı. Oldukça güzel dizayn edilmiş malikane annesine yakışır bir hediye olacaktı. "Hanımefendiye haber yollatıldı efendim, gelmeleri uzun sürmeyecektir" Uşağın sözleriyle kafasını pencereden ayıran Leonard uşağın hanımefendi diyişiyle şaşkına uğramıştı. Kendisi bir beyle ile konuşması yapacağını düşünürken konuşacağı kişinin kadın olması işi ne kadar yokuşa sürerdi buna karar veremedi. Bunu ancak söz konusu kadın geldiğinde anlayacaktı. Kendisini çabucak toparlayıp tekrar renkli çiçeklerle süslü bahçeye baktı. Simetrik bir şekilde dizilen çiçekler hem görüntü açısından hem de yaydıkları kokular bakımından eşsizdi. Leonard bunca dizaynın bir kadın elinden çıktığını anlamalıydı. Oldukça zevkli döşenmiş ve onarılmıştı. Ne kadar bir süre daha pencere kenarında durduğunu yahut kaç kadeh içtiğini bile hatırlamayacak kadar uzun bir süre sonra ana holden gelen sesler beklediği kadının gelmiş olabileceğini düşündürürken kapıya doğru temkinli bir bakış attı. Kapılar iki yana savrulurken içeri giren kadın belki de beklediği son kadın bile değildi. . ....
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD