Korkuyu en çıplak hali ile gözlerimin önüne sererken onu ilk kez görüyordum korkarken. Dudakları konuşurken titriyor ara ara gözü kapıya ilişiyor yeniden gitmeye kalkışmayı hayal ediyor ancak, vereceğim tepkiyi kestiremediği için öylece duruyordu.
"O sensin!" dedim.
Başını iki yana salladı:
"Tedavi görebilirsin, ne kadar iyi doktorlar var bir bilsen. İyileşebilirsin! " deyince daha fazla tahammül edemedim:
" Kes şunu! " diye bağırdım.
" Ben değilim diyorum kalın kafalı mısın? İnsan insana benzermiş der hep babaannem! "
" Hangi babaannen babanı büyüten mi gerçekten annesi olan mı? "
Yüzü daha büyük bir hayretin pençesine düştüğünde kendini benden biraz daha geri çekti. İki babannesi olduğunu bilmekten daha öte değildi benim onun ailesi hakkında bildiklerim ancak, gene de buna şaşırdı. Şaşkınlığından cesaretle devam ettim:
" 25 yaşındasın. Güzel Sanatlar okudun, ama okulun bitmedi. Dans bölümünden mezun olmak üzereyken sıkılıp bıraktın. Eğitime ihtiyacın olmadığını düşündün. Akrep burcusun. Balık yemeyi seversin. Rakı içersin, çabuk sarhoş olursun. Su korkun var, bu yüzden yüzme dersleri aldın uzun süre, ama çok da lazım olmadığını düşünüyorsun. "
Elini trafik polisi gibi durmamı işaret etmek için kaldırdığında sustum.
" Ailemi de tanıyor musun? "
" Hayır. Bana ailenden hiç bahsetmedin. Nerde oturduğunu, kaç kardeş olduğunu bile bilmiyorum. Onları anlatmaktan hoşlanmazsın. Bazen babanın ağır disiplinli tavrından şikayet ettiğin oldu ama... "
" Sana mı? "
Küçümser bakışlarını görmemeye çalıştım.
" Sen bana aşıktın! " dedim.
Güldü... Gülüşü her saniye koca koca kahkahalara dönüşürken daha çok güldü.
" Manyaksın sen! Müthiş ders çalışmışsın hepsi bu! " deyip kalktı ayağa. Sonra bana dönüp:
" Benden uzak dur yoksa seni doğduğuna pişman ederim Ressam bozuntusu. " dedi.
Bozuntu!
Başka türlü bir hakaret etse kabul edebilirdim herhalde. Hırsım beni tanımamazlıktan gelişi ile birleşirken kolundan tutup biraz sertçe sırtını duvara vurdum!
Pişmanım!
Sanırım canı yandı!
Genede gururunu sürdürüp bacak arama sert bir tekme atma girişiminde bulundu ki kendimi geri çektim. Sonrasında önlem olsun diye dizlerimi dizlerine yasladım.
"Kendini böyle mi kandırıyorsun sen? Böyle mi bana verdiğin vaatleri yok ediyorsun! Hiçbir neden yokken çekip gidip beni terketmiş olmanın karşılığı vicdanında beni tanımıyor olmanla mı karşılık buluyor? "
" Manyaksın sen? Kesin o kadını da bu manyaklıkların öldürdü. "
" Ne karısı be! Senaryo yazıp durma. "
" Ben seni tanımıyorum. "
" İnkarcının tekisin sen! "
" Senin gibi manyak olmaktan daha iyidir. "
" Manyaksam kork o zaman benden? Seni burda kesip kömürlüğümüm toprak zeminine gömebilirim. "
Göz bebekleri sular altında titremeye başladığında yapamadım, kıyamadım! Öyle güzeldi ki karşımda, dolgun dudakları titriyor, o koca koca bakan gözleri, bembeyaz teni kumral saçlarının arasında görebileceğim bütün güzellikleri sunuyordu bana. Ellerimi tuttuğum omzundan çektim, dizlerimin baskısını da üzerinden yok ettikten sonra çaresizce kendimi yatağın üzerine bıraktım. Ellerim yüzümde:
"Toprak zeminli bir könürlüğüm yok! Zaten bir könürlüğüm de yok! " dedim.
Halen bulunduğu yerde çakılı kalmışcasına bakıyordu bana.
" Gidebilirsin! " dedim.
Sessizce çıkıp gitti.
Adeta benden kaçtı!
Kapadığı kapının sesinde kendimi yatağa bıraktım. Gözlerimi kapadım artık benim için tek bir yol vardı, oda; unutmaktı.
***
Kendimi yeniden sokağa attığımda caddeler yeniden ayaklarımın altında uzanıyordu boylu boyunca. Gözümde hiç büyümeyen kilometrelerce yolu yürüyebilirdim. Aklımda hep aynı sözler vardı.
"Ben seni tanımıyorum! "
" Sen kimsin? "
" Manyaksın sen! "
Aylar sonra onun ses tonundan duyduğum bu sözcükler bana karanlığı erken getirmişti. O bardan içeri girdim. Masalar dağınık, barda aynı barmen kız şişeleri düzenliyordu.
" Kolay gelsin. " dedim, dikkatle yüzüme baktı:
" Niye geldin? " dedi.
Oraya onun için gitmemiştim aslında belki de onun için gitmiştim.
Korkarak...
Belki Şirin'in tesellisi o mor saçlı barmen kızdaydı. Gözleri güzeldi, yüzü de öyle, ince narin bedeni nerdeyse benim boylarımda olacak kadar uzundu. Yada ben kısaydım!
Orta boylu, ufak tefek bir adam olduğum doğru...
Şirin de öyledir! Bir altmış boyunda iki parmak kalınlığında beli olan narin bir kızdır.
Ne yaparsam yapayım her şeyi Şirin'e bağlamaktan uzak duramıyordum.
"Dün akşam buraya bir miktar borcum kalmış, kapamaya geldim! " dediğimde yüzünü buruşturdu, kollarını masaya dayadı:
" Derdim sen değilsin diyorsun yani? " dedi yüzüme nefesini yaklaştırırken.
Başımı iki yana salladım, her zaman olduğu gibi ona karşı da açık sözlü oldum ve:
" Derdim sen değilsin! "dedim.
Omzunu silkti:
"Borcun yok ödedim ben." dedi.
"Niye? "
" Senden hoşlandım herhalde ondan. Neyse pek önemli değil, artık! "
Şöyle bir baktım... Benden nerdeyse on yaş küçük bir kız çocuğunun güzel gözlerinin enerjisine kapılıp yaşamaya devam etmenin iyi bir fikir olduğuna kanaat getirdim. Ne kaybedebilirdim ki hayatıma yeni birini alırsam. Üstelik büyük beklentilere girecek biri de değildi Gözde. Boşvermeyi bilecek kadar vurdumduymaz hali gözlerime cezbedici gelince, bende kollarımı masaya dayayıp yaklaştım iyice yüzüne:
"Kaçta çıkıyorsun? "
" Geç! "
" Beklerim. "
Kaşlarının ucuna taktığı persingler yukarı doğru yol alınca dudaklarını büzdü :
" Bekleme yapma. " dedi.
Güldüm:
" Sen bilirsin. " dedim. Masaya bir elli lira bırakıp çıkış kapısına doğru yol alırken seslendi arkamdan:
" Baksana? "
Döndüm:
" Erken uyuma gelirim ben. " dedi.
Asker selamını andırır bir selam bırakıp çıktım. O ihanete vicdan yapan tarafım sızlarken hemde. İhanete konu bir ilişkim yokken bile aşkını taşıdığım kalbim kendi kendine gelin güvey olmaya devam ediyordu.
***
Çalan kapı sesi ile gözlerimi açtığımda yanımda uyuyan kadının siyah saçlarının arasına serpiştirilmiş mor çizgileri gördüm. Baş ucumda duran fotoğrafa baktım, halen bir melek kadar masum gelen yüzü canımı yakarken kalktım yerimden. Üzerimi giyinirken bir kez daha baktım Gözde'ye, yaşının çok da üzerinde bir sürü sıkıntı çekmiş koca kadın gibi olgun yüz hatları vardı. Üzerime bir tşört ile bir eşofman altı geçirip kapıyı açtım. Karşımdaki yüz Şirin'indi! Henüz uyanmamış, bir rüyanın tam orta yerinde kesintiye uğramış gibi, şaşırdım.
"Özür dilerim." dedi.
Sesim çıkmadı... Boğazım kurumuştu, belki geceden susamıştım ama üşenip yataktan kalkıp su içmek istememiştim. Hatırlayamadım...
"Galiba uyandırdım!"
Başımı müthiş bir iftiraya uğramış gibi şiddetle iki yana salladım. Bir kadının karşısında dilimin tutulduğu anı sadece Şirin'i tanıdıktan sonra yaşayan bir erkek olarak; bu duruma aşina olmuştum bir zamanlar ancak, yeniden karşılaştığımızda geçmişi hiç yaşamamış gibi allak bullak olup, o şapşal hallerime geri döneceğimi hiç düşünmemiştim.
"Hayır, uyumuyordum!"
Muhtemelen karışmış saçlarım, şişmiş gözlerim ve dağınık yüzüm vardı! Ve ben koca bir yalanın ortasında yeni uyanmış olduğumu inkar ediyordum!
Aklımı seveyim...q
"Sana bir şey sormak için geldim, içeri gelebilir miyim?"
Daha dün benden korkmuş olmasına rağmen, o evden kaçmak için bana tekme atmaya yeltenmiş olmasına rağmen içeri girmek mi istiyordu?
Gözde'nin uyanmaması için içimden sanırım epey bir dua ettim o an...
"Tabi.." diyerek içeriye girmesine müsaade ediyor olmama rağmen, gene de gergin bir tarafım vardı. Atölye tarafına geçti, yol göstermediğim halde. Odanın tam ortasında durdu, kendi portresinin önünde uzun uzun durdu;
"Neden gözlerimi kapalı çizdin?" diye sordu, yüzüme bile bakmadan her zamankinin aksine hızlı hızlı ve yüksek sesle konuşmazken.
"Çünkü, resim renksiz... Senin gözlerin ise renkli!" dedim.
Başını benden yana çevirdi gülümsedi, beni tanıyormuşcasına düşünmeden tebessüm ederken sarılmak istedim. Aylar öncesinde terkedilmemiş biri gibi, terkeden ise o değilmiş gibi.
Mahçup bir tavırla alnını kaşırken, arkasında at kuyruğu yaptığı saçlarını öne doğru atıp ensesindeki "EŞ"yazılı dövmeyi gösterdi.
"Bunu birlikte mi yaptırdık?" dedi.
Bana dair bir sürü kanıtın ortasında beni hatırlamıyor olmasının mantıklı tek bir açıklamasını bulamadığımdan şaşkın sustum. Yeniden döndü yüzüme:
"Biraz saçma gelecek kulağa ama galiba ben unuttum seni!" dedi.
"Farkındayım!"
"Yani adının baş harfini dövme yaptıracak kadar yakın olmuşum ama seni unutmuşum. Biraz saçma... Evdeki kimsenin seninle ilgili bir şey bilmediğinden eminim. Hepsine tek tek sordum, siz Egemen diye birini tanıyor musunuz dedim, tanımıyorlar! Hayata dair her şeyi hatırlayan biri neden seni unutsun ki, değil mi? Saçmalık! Ama aksini ispat edebileceğin bir sürü şey var elinde ve benim ensemde. Sahi bu dövme senin adını mı taşıyor?"
Gene bildiğim Şirin olmuştu işte. Acelesi var gibi çabuk çabuk konuşmuştu, kendi kendini yargılamış, kendi yanlışlarını doğruları ile karşılaştırıp durmuştu.
Güldüm, karşımda öyle debelenircesine çabalayan haline...
"Gülmesene!" diye bağırdı.
"Komik görünüyorsun!"
"Hayır, aklım karıştı sadece."
"Komik işte."
"Sensin komik!"
Ne çok severdi çocuk gibi didişmeyi... Son sözü o söyleyene kadar çabalayıp hepsini sayıp dökmeyi.
"Tamam." dedim, her seferinde pes etmeyi alışkanlık haline getirmiş biri olarak.
Sanırım böylesini beklemiyordu, yumuşadı yüzü tekrar:
"Dövmeden haberin var mı?" dedi.
Başımı olumlu manada salladım:
"Tanıştığımız üçüncü günde falan yaptırmıştın." dedim.
"Sanırım acil kararlar almak gibi bir huyum da varmış."
Neydi onu böyle konuşmaya iten şey? Meraktan delirmek üzereydim nerdeyse? Zavallı aklım kendinden bile şüphe ediyordu. Sahiden ona benzeyen bir kadına sahiptim, sonra karşıma çıkan herkesi ona benzetmeye başlamıştım... Yada bu tarz bir şeylerdi...
Bilemiyorum!
"Egemen?"
Unuttuğum birinin sesi ile başımı çevirdiğimde, kapı aralığında nerdeyse yarı çıplak bir halde, siyah göz kalemleri yüzüne akmış Gözde duruyordu...
Bu defa bir başkasının varlığını unutan ise bendim; Gözde aklımdan tamamen çıkmıştı!