Keyifli okumalar...
Tüm hırsıyla yanımdan esip geçerek odadan ayrıldığında, ne karşısına geçip onu durdurmaya çalışacak kadar cesaretim, ne de bunu başaracağıma dair umudum vardı.
Tehdit etmiyordu, uyarıyordu. Sarf ettiği kelimelerin altı kesinlikle boş değildi.
Yine de buna göz yumamazdım. Bakışlarım morfinin etkisiyle mayışan Mihri'ye kaydığında kaşlarım derinden çatılırken, bir an o kızın bunu bilerek yapıp, yapmadığını düşündüm. Ama ya bilerek yapmadıysa ve suçsuzsa?
Arkamı dönüp titrek adımlarla odadan çıkarak, titrememe zıt bir hızla merdivenleri indim. Duraksamadan eksi birinci kata inerek sis ve karanlıkla kaplanan koridora baktım. Karanlık odanın kapısı açıktı ve içeriden sızan sarı ışıklar koridora yansıyordu. Bakışlarım yerden başlayarak duvara doğru uzanan büyük gölgeye takıldığında sertçe yutkunup, titreyen dizlerimi öne atarak ilerledim.
Attığım her adımda kalp atışlarım bağımsızlığını haykırıyor, kuş kadar hafif adımlarım yerde büyük çukurlar açıyordu. Onu öldürür müydü? Bu soru aklımda her attığım adımda bir kez daha dolanıyor, fakat cevap bulamıyordu.
Kapının yanına ulaştığımda elimi pervazın üzerine yaslayarak başımı yana eğip içeriye baktım. Zaten gerim gerim gerilen vücudum bir anda kaskatı kesilirken, gözlerim dehşet içinde açıldı.
Bakışlarım önce önümde duran zebaninin sırtında, daha sonra ise sandalyenin üzerine çıkan Suzan'a takıldı. Daha sonra tavandan asılan halka şeklindeki ipi gördüğümde soluğum tamamen kesildi.
Suzan göz yaşları içinde sandalyenin üzerinde ayakta durarak yüzünü Alparslan'a çevirdiğinde, bakışları beni buldu ve hıçkırıkları susarken yalvarır şekilde baktı.
"Bilerek yapmadım," diye mırıldanarak başını hızla iki yana salladı. Vücudu korkudan zangır zangır titriyorken, kendi idam taburesine kendi rızasıyla tırmanmıştı. "Yemin ederim! Arven ne olur yardım et!.." deyip hıçkırıklarına boğulduğunda, bakışlarımı omzunun üzerinden geriye dönüp bana bakan Alparslan'a çevirdim.
Öldürücü bakışları gözlerimi bulduğu anda bedenim ürperirken, geriye doğru adımlayıp tam da o an evden kaçıp gitmek istedim. Tehlikedeydim, bu adamın yanında can güvenliğim yoktu. Ama şu ekmek arası vicdanım beni her zaman olduğu gibi rahat bırakmayacaktı.
"Çık dışarıya!"diyerek üzerime yürüdüğünde iki adım geriledim ama gitmeye niyetim yoktu. Adımları önümde son bulduğunda, bakışlarını gözlerimden ayırmadan yüzünü hafif sağa doğru çevirdi.
"Suzan! Sen kendin mi yaparsın, yoksa bana mı bırakırsın?"
Sarf ettiği kelimeler zihnime mıh gibi saplanırken, dudaklarım amaçsızca kıpırdadı ve gözlerimi güçlükle gözlerinden ayırıp Suzan'a baktım. Başını olumsuz anlamda sallayarak, hıçkırıkları eşliğinde tavandan sarkan halka şeklindeki ipi boynuna geçirdiğinde, gözlerim tekrar dehşet içinde açıldı.
"Ne yapıyorsun? Yapma!" Diye bağırarak Alparslan'ın yanından geçip odaya gireceğim sırada, belime doladığı büyük koluyla beni kendine çekerek engel oldu.
"Sana da ibret olsun!"diye fısıldadığında beni tüm gücüyle kendine bastırdı. Suzan gözlerimin içine bakarak ayağının altındaki sandalyenin tepesine tırmandığında, gözlerimden oluk oluk yaşlar akarken tüm gücümle çırpındım.
Tek koluyla sırtımı göğsüne sabitlemişken, tırnaklarımı tenine geçirmiş kolunu itmeye çalışarak debeleniyordum. Aynı anda gözlerimi Suzan'dan ayırmadan başımı iki yana sallıyordum fakat Suzan beni değil onu dinliyor ve söylediğini yapıyordu.
Anlamıyordum, bir insan bu raddeye nasıl getirilirdi, üstelik sadece bir kaç kelimeyle. Onu Alparslan öldürmesin diye kendi canına kıyıyordu ve adı intihar olacaktı.
"Alparslan lütfen, yapma lütfen..." Diyerek hıçkırıklarıma boğuldum. Benimle aynı anda Suzan da ağlıyordu ama bu onun son ağlayışıydı. Omzumun üzerinden geriye dönüp, o acımasız adamın gözlerinin içine baktım ve ne yazık ki orada merhamet zerresine rastlamadım.
"Ölmesin, ne istersen yaparım. Durdur onu, lütfen..." kelimelerini sarf ettim, o an sonucunu düşünemedim. Dolaylı yoldan bir insanın ölümüne sebebiyet veriyordum.
Çenesi seğirdiğinde gözleri iyice kısıldı ve düşünmeye başladı. Bakışlarını benden ayırıp Suzan'a diktiğinde, gözlerimi ondan ayırmadan merhamet dilenerek bakmaya devam ettim.
Sanki ağzında sakız varmış gibi çenesini bir süre daha seğirdikten sonra, bakışları ve yüzünü bana çevirdi. Göbeğimin üzerindeki elini yavaşça midemin üzerine doğru çıkardığında, parmaklarının usta hareketiyle tüm tüylerim ayaklanırken gözlerimi kapatıp tekrar açtım.
Ben daha önce kimseden bu kadar korkmamama rağmen, bu adamdan deli gibi korktuğumu kabullendim.
Sarsılmaz görüntüsüyle acımasızca gözlerime bakarken, sarf ettiği kelimeler daha da acımasızdı.
"Benimle bir gece," dedi ve bakışlarını Suzan'a çevirdi. Öfkesi harelerini titrettiğinde, çenesiyle işaret etti. "Kabul edersen, onu bırakırım..."
Aynı anda tırnaklarımı tenine saplarken, ona inanamaz bakışlar yolladım. Başımı iki yana olumsuz anlamda salladığımda, keskin bakışları tekrar gözlerimi buldu.
"Sen bilirsin!" diyerek gözlerini gözlerimden ayırıp tekrar Suzan'a bakarak başıyla işaret etti.
Gürültülü bir ses duyduğum an başımı hızla öne çevirdiğimde büyük bir çığlık savurdum. Suzan ayağının altındaki sandalyeyi itmiş havada asılı duruyordu. Boynundaki ipe doladığı parmakları ve titreyen bacakları vücudumdaki tüm gücü emerken, hıçkırıklarımın arasından tekrar Alparslan'a baktım.
"En fazla yirmi saniyesi var, lütfen bırak beni..." diyerek elini midemin üzerinden çekmeye ve öne atılmaya çalışsam da, onun acımasızlığı karşısında Suzan kadar çaresizdim.
"On beş kaldı, Arven..."diye kulağımın üzerine fısıldadığında, bir can çekişen Suzan'a, bir de ona bakıp başımı onaylar anlamda salladım.
"Kabul... Kabul ediyorum, ne istersen yaparım. Öldürme onu lütfen..." Diye kelimeleri hızla düzdüğümde, midemin üzerindeki parmaklarının baskısını azalttı ve elini yavaşça çekti.
Duraksamadan kendimi odaya atıp Suzan'ın bacaklarına sarılarak yukarıya kaldırdım. Dün ve bu gün iki kişiyi ipten almak, bu hangi insanın başına gelmiştir ki? Bu ev bana mezar olacak gibi hissediyordum, bunun için bu iki gün bana yetmişti.
Alparslan Suzan'ın boynundaki ipi çıkarıp onu sandalyeye oturttuğunda, boynunda bir hasar ve ya ağrı var mı diye yokladım. Pek anlamazdım ama şu an onun için doktor çağırmayacağına da kesinlikle emindim.
Suzan yaşıyordu, bilinci açıktı ve ben yine merhametimden kaybedecektim. Başıma ne geldiyse, bu yüzden gelmedi mi zaten? Başka bir durum olsa farklı ama gözümün önünde birinin benim yüzümden ölmesine izin veremezdim.
O korkunç canavarla bir gece geçirmek ve ya gece bitmeden ölmek, işte zihnimi kaplayan tek şey buydu. Ne tür bir manyak olduğunu henüz tam olarak bilemesem de, bana gördüklerim yetmişti. Hatta diyebilirim ki, fazlasıyla yetti.
Ömrümün sonuna dek rahibe gibi erkeksiz yaşamayı düşünmüyordum, ancak ilk birlikteliğimin böyle bir adamla olacağını da düşünmüyordum. Belki de olmazdı, belki en derinliklerine gömdüğü merhametini gün yüzüne çıkarabilirdim.
Fakat, nedense buna ben bile inanmıyordum.
"Hadi, yeter bu kadar!" diyerek beni çekiştirip odadan çıkardığında, kapıyı kilitlerken kolumu hâlâ bırakmamıştı. Canımı çok yakmıyordu, ya da ben tımarhanede hep sürüklendiğim için onun şu an ki tutuşu daha hafif kalıyordu.
"Kız orada mı kalacak?" dedim dehşet içinde gözlerimi belertirken. Anahtarı kilitten çıkarıp cebine attıktan sonra bakışlarını gözlerime çevirip sert bir soluk verdi.
"Sen ona değil," deyip yüzünü yüzüme doğru eğdi. " Artık bir az da kendine acı..." Dedi, buğulu sesiyle.
Korkudan nutkum tutulurken, bacaklarımın iç tarafları titremeye başladı.
"Odada yılan, fare vardı. Kız sabaha çıkmaz zaten. Bu nasıl bırakmak? Bari başka odaya kapatsaydın..." Dedim istemsizce titreyen sesimle.
Dirseğimin üst kısmına doladığı parmaklarını bir an olsun gevşetmeyerek, "Bir cezayı hak etti, öyle kolay kolay salacak değilim ama canını bağışladım." Diye konuştu duygusuz şekilde.
Çekiştirerek ağır adımlarla koridorun sonundaki merdivenlere doğru yürüdüğünde, kaçamak bakışlarımı yüzüne çevirip korku dolu bakışlarımla onu süzdüm. Bir nebze bildiğim varsa bu adamın acıma duygusunu yok ettiklerine emindim, fakat sorarsam anlatmayacağına da emindim.
Ne kadar da kolay, öyle birisine kötü demek. Peki neden kötü, neden acımasız? Doğarken masumdu, ne oldu da bu hâle geldi? Kimse bunları sorgulamaz ama ben sorguladım işte. Sadece o duymadı. Soracak cesaretim olmadı.
Merdivenleri tırmandığında okula gitmek istemeyen bir çocuk gibi peşinden sürüklenirken, olayın ciddiyetini, neyi kabul ettiğimin farkındaydım ama içimde hâlâ umut kırıntıları vardı.
Benim işim buydu, onu ikna etmem gerekiyordu. Ama karşımda taştan bir duvar gibi durup, içine kapanmayı tercih eden bir adamı ikna etmek deveye hendek atlatmakla kıyaslanamazdı bile.
Zemin katta duraksamadan ikinci kata çıktığında ona şimdi mi? Hemen mi yani? Bakışları attım.
Uzun ve kaslı bacaklarıyla ikişer şekilde çıktığı merdivenlerden koşarak ona eşlik etmeye ve sürüklenmemeye çalışıyordum. Mihri'nin odasının önüne geldiğinde hissettirmeden sert bir soluk verip, gözlerimi anlık açıp kapatarak yutkundum.
Kapıyı açıp beni içeriye ittiğinde, bir kaç sendeleyişten sonra durarak omzumun üzerinden ona korku dolu bakışlar attım. Ellerini siyah eşofman altının ceplerine koyup, başını hafif yana eğerek ürkütücü bakışlarıyla beni baştan aşağıya süzdü.
Bu kadar ağır ve iri bir adamın benimle sertçe sevişeceğini düşündüğümde, asıl benim hayatımın tehlikede olduğunu kavradım. En azından bu geceliğine acınılası hâle düşecek olan bendim.
Ya sonra? Sonra o kalıntılarla nasıl yaşayacaktım ki? Evet, bu ev kesinlikle bana mezar olacak. Kurban gidişim bu gece, ölüm törenim yarın sabah gerçekleşecek.
"Kendini hazırla, bu gece benim oluyorsun!" Dedi. Bu canavarla birlikte olmak, ölmekten faksızdı. Bense başka biri için kendimi feda edecek kadar aptaldım. O odadan sağ çıkmayacağımı biliyordum, elinden kurtulamazdım. Ama korkunu hiçbir zaman olmadığı gibi, şimdi de ecele fayda ettiği yoktu.
Hiçbir şey söylemeden dolan gözlerimi kaçırıp önüme döndüm. Onda vicdanın zerresi bile yoktu. Kapının kapanma ve daha sonra kilitlenme sesini duyduğumda, gözlerimi kapattım.
Gözlerimden akan iki damla yanaklarımda acı bir iz bırakarak aşağıya doğru süzülüp çenemde bir kaç saniye biriktikten sonra, yutkunmamla beraber boynuma doğru hareket etti. Boğazıma oluşan o yumruyu aşağıya itmeliydim, nefesim kesiliyordu.
Korku tüm uzuvlarıma çiçekten prangalar takmış, hareket etmemi engelliyordu. Kaskatı kesilen vücudum istem dışı titriyor, sessiz çığlıklarım dışarıya fırlamak için ağzıma doğru yol aldıklarında, birbirine bastırdığım dudaklarımın duvarlarına çarpıp, büyük bir yenilgiyle geriye dönüyorlardı.
Dakikalar sonra vücudumu hareket ettirip Mihri'nin yatağının çaprazında, odanın sol köşesinde duran tekli koltuğa yaklaştım. Sanki o koltuk ve önündeki sehpa bile benim için koyulmuştu. Biri kaderimi kendi elleriyle çizmiş, şu an beni bir figüran gibi oynatıyordu.
Ayaklarımı güçlükle kaldırıp sehpanın üzerine uzatarak, derin bir iç çekip ellerimin tersiyle yanaklarımdaki tuzlu suyu temizledim. Bakışlarımı bordo renkli kalın, kadife perdelerin arasından görünen gök yüzüne çevirdim. Başımı koltuğa yaslayıp art arda yanaklarıma süzülen damaların yüzümü gıdıklayışını hissettim, her gıdıklayış güldürür diye bir şey yoktu.
Merak ediyordum nasıl bu hâle geldiğini, ancak bu merak ediş gece olacaklara engel değildi. Kaçabilir miydim? ... Bakışlarımı içler acısı bir hâlde , morfinin etkisiyle güçlükle uyuyan Mihri'ye çevirdiğimde , onun görüntüsü bu çaresiz planımı sabote etti.
Boşuna demiyorum ne geliyorsa merhametten geliyor diye. Ama benim Mihri'ye karşı beslediğim duygu sadece merhamet değil, sanırım ben onunla ihtiyacımı gideriyordum. Bazılarının şefkat ve sevgi görmeye, bazılarının ise göstermeye ihtiyacı vardır. Benim ilgi görmeye değil de, göstermeye ihtiyacım var, ve bana çok iyi geliyor.
Belki bu geceden itibaren farklı birine dönüşürüm ama Mihri'ye olan davranışım zerre değişmez. Abisinin suçunun bedelini küçücük bir kıza ödetemem.
Elinin altında olduğum sürece bu birlikteliğin bir gece ile son bulacağını düşünmüyorum, hatta buna eminim. Kesinlikle bir geceyle kurtulamayacağım, ama onu yola getire bilirsem bu işten sıyrılabilirim.
Ne yapacaksın Arven? Adama bin bir gece masallarındaki gibi "bana dokunma, sana her gece masal anlatırım" deyip, her gece o masalın bir bölümünü anlatıp merakta bırakarak, yaşama sürecini mi uzatacaksın?
İtiraf etmeliyim ki, bu fikir harika ama bu adamın üzerinde işe yaramayacağına eminim.
Dakikalar saatlere, düşüncelerim umutlarıma karışırken, ellerimi saçlarıma geçirmiş Mihri'nin uyanmasını bekliyordum. Ama kıza yapılan doz bayağı fazlaydı ve küçük bir doz aşımında bile öldürebileceklerinin ne yazık ki, farkında değillerdi. Ona ilaç değil uyuşturucu veriyorlardı. Bağımlı yaptıkları kızı kliniğe yatırması gerekirken, benden onu iyileştirmemi bekliyordu.
Kendince haklı olabilirdi. Tımarhanenin ne kadar berbat bir yer olduğunun farkındaydım ve kardeşini oraya vermesini bekleyemezdim. Ama en azından kliniğe yatırabilirdi. Böyle iyilesmesi imkansızdı. Şu andan itibaren onu uyuşturmaktan vaz geçsek bile daha kötü olacağı aşikârdı.
Mihri'nin huysuzca kıpırdadığını gördüğümde yavaşça ayağa kalkıp yatağa yaklaştım. Yanına oturup parmaklarımı usulca saçlarının üzerinde gezdirdiğimde, gözlerini aralayıp abisi gibi masmavi olan gözlerini gözlerime dikip gülümsedi.
Sanki gökten hemen bir az önce sepetle indirilmiş gibi masum ve güzeldi. Ona dokunduğumda, bana anne dediğinde kendimi onun annesi gibi hissetmiştim. Bu garip bir duyguydu.
"Günaydın."diye mırıldanarak, yanağını okşadım. Öğlen saatleriyde ancak o şimdi uyanıyordu ve artık uyandığı saatlerde onun için gün ayacaktı.
"Günaydın," diyerek yüzünü yan çevirip dudaklarını avuç içime bastırdığında yüzüm düşerken, sertçe yutkunup şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım. Gözleri tekrar beni bulduğunda içimi ısıtacak şekilde gülümsedi. "Çok susadım." Deyip diliyle ince, pembe dudaklarını yaladığında, bakışlarımı komodinin üzerindeki sürahiye çevirdim.
Yanından kalkıp yatağın etrafından dolanarak diğer tarafa geçip sürahiyi ve bardağı elime aldım. Bardağı suyla doldurup dizimi yatağa koyarak Mihri'ye içirdim. Kollarını çözmek istiyordum ama kararsızdım. Önce onunla biraz konuşmam gerekiyordu.
Bardağı komodinin üzerine bırakıp dizimi kırarak yanına oturdum. Derin bir iç çekip bakışlarımı yüzüne çevirip gülümsedim. Öyle alışmış ki, ellerinin bağlanmasına sanki normal bir vaziyette yatıyormuş gibi bakıyordu bana. Suzan'a mı sövsem, yoksa Alparslan'a mı bilemedim.
"Kaç yaşındasın bebeğim?"diye sordum, uzun bir sessizlikten sonra.
"On yedi."dedi, sakin bir sesle. Tahmin ettiğim yaşı.
"Abin kaç yaşında?" Dedim, yüzüm düşerken. Aklıma gece olacaklar geldiğinde yine tüm vücudum ürperirken, yalandan da olsa gülümsemeye çalıştım.
"Yirmi sekiz."dedi, yine sakin bir sesle. Alparslan'ın yaşı tahminimden daha küçüktü. Ancak yaş değildi, yaşadıklarıydı insanı değişen ve de büyüten.
Açıkçası bu sakin tavırları beni ikilemde bırakmıştı. Onu ilk gördüğüm anda az kalsın kafamı yaracaktı ve şu an ki hâli o hâlinden tamamen bağımsızdı.
"Abin senin yanında maskesini çıkarıyor mu?" Diye sordum meraklı şekilde gözlerimi kısarak.
"Evet." Dediğinde kaşlarım büyük bir heyecanla havalandı.
"Peki, abin neden maske takıyor? Bunu sana söyledi mi?"
"Çünkü biz onunla oyun oynuyoruz ve o, böyle saklanıyor." Deyip gülümsediğinde, kaşlarımı çatıp söylediklerini bir süre düşündüm. Ne demekti bu?
Bakışlarım etrafda bir süre dolandıktan sonra tekrar Mihri'ye baktım.
"Abinin yüzünde yara var mı? Kendini çirkin mi hissediyor?" diye sorduğumda kaşlarını çattı.
"Benim abim çirkin değil! Sensin çirkin! Pislik! Git buradan!"diye aniden bağırdığında, olduğum yerden sıçrayarak ayağa kalkıp bir kaç adım geriledim.
"Abi!" Diye bağırarak kapıya baktığında, tüm vücudum korkuyla titrerken başımı onaylamaz anlamda iki yana salladım.
"Mihri hayır, ben öyle demek istemedim. Çağırma onu, lütfen..." diye titrek bir sesle konuşarak, bir kapıya bir Mihri'ye baktım.
Sesini daha da yükselterek bağırmaya devam etti.
"Abi! Abi! Gel! Götür bunu, ben istemiyorum bu kızı!" diye bağırdığında, ne hissedeceğimi bilemedim.
Mihri beni istemese serbest bırakır mıydı? Yoksa cezalandırır mıydı? Bunu bilemediğim için sevinmem mi, yoksa üzülmem mi gerektiğini bilemiyordum. Her ne kadar sakin kalmaya çalışsam da, Mihri'nin bağırarak sarf ettiği aynı kelimeler ve koridordan gelen yerleri titreten ağır adım sesleri tüm vücudumu tir tir titretti.
Duymuştu. Geliyordu.
Az sonra kapının kilit sesini duyduğumda, yönümü tamamen kapıya çevirip geriye doğru adımladım. Sanki o geveze Arven gitmiş, yerine ürkek ve suskun bir kız çocuğu gelmişti. Adam dengemi alt üst ediyordu. Sadece iki günde bunu başaran adam, burada daha fazla kalırsam daha kim bilir neler yapacaktı.
Kapı açıldığında korkudan geriye doğru attığım adımlar, sırtım gardıroba yaslandığında son buldu. Ellerim ayakları tir tir titrerken, kapı açıldı ve o, girişte durarak bakışlarını ilk önce Mihri'ye, daha sonra bana çevirdi.
Maskesinin altından parlayan masmavi gözleri nefesimi keserken, Mihri'nin acımasızca ölüm fermanımı imzalayan sözleri kulaklarımda yankılandı.
"Abi! Kötü bu kız! İstemiyorum bunu, gitsin! Suzan gelsin! Ben Suzan'ı istiyorum!"
Alparslan'ın bakışları Mihri'nin noktayı koyduğu anda gözlerimi buldu ve beni şüphecil bakışlarla baştan aşağıya süzdü. Mihri Suzan'ın onu zehirlediğinden habersizdi, onu suçlayamazdım ancak Alparslan biliyordu ve buna rağmen bana inanır mıydı, işte bunu bilemiyordum. Sanırım artık ondan her an, her şey bekliyordum.
?