3. bölüm "Zeynep"

827 Words
3 saat sonra… Saat dördü geçiyordu. Bense hala Çağla’dan öğrendiklerimi tekrarlıyordum. Bunu yaptığıma hala inanamıyordum doğrusu. Çağla’ya da pes yani. Son dakika o adama numaramı verdiğini söylemişti. Tabi beni iyi tanıyor küçük cadı. Ona yardım edeceğimden yüzde yüz emindi. Adamın asistanına bu benim kendi şahsi numaram, bununla her zaman bana ulaşabilirsiniz diye göndermişti benim numaramı! Bu kızda resmen şeytan tüyü var. Sinsi Çağla! Neredeyse bir saatten uzun bir süredir tek başıma oturuyordum. Bu adam niye hala gelmedi ki? Şimdiye kadar burada olması gerekiyordu. Ben bir restoranda oturuyordum. Oldukça güzel ve lüks bir restorandı. Altın renkte masaları vardı. Sandalyelerde aynı altın sarısı rengiyle buraya yumuşak bir görünüm sağlıyordu. Gold olmalarına rağmen çok hoş görünüyordular, şahsen sarı renkten nefret ederdim. Her masanın üzerinden bir çiçek vazosu vardı tabi içlerinde taze çiçeklerle. Güzel bir ortamdı fakat insan azdı. Muhtemelen daha akşam olmadığı içindir. Tam karşımda büyük, görkemli camdan bir duvar vardı. Böylelikle dışarıyı izleye biliyordun. Sıkılarak cam duvardan dışarıya baktım. Dışarıda geldiğimden beri duran siyah bir arabadan başka hiçbir şey göremiyordum. Ne bir insan geçiyordu caddeden ne de başka bir araba. Uzun zamandır duran arabanın aynaları siyahtı. Muhtemelen bunca zamandır durduğuna göre içeri de insan olamazdı herhalde. Birisinin beni izlemesini istemem doğrusu. Çünkü araba cam duvara baya yakındı. Aynı şekilde bende cam duvara baya yakın oturuyordum. Eğer aracın içerisinde biri varsa restoranın içerisini rahatça süzebilirdi. Sinirlenmeye başlamıştım. Buluşmak zorunda bırakıldığım adam hala ortalıklarda görünmüyordu. Benim bu gün evde ders çalışmam gerekiyordu. Entrikalar peşinde koşmak değil! Üstelik dışarısı da soğuk! Bu soğukta ne işim vardı ya! Tekrardan kol saatime baktım. Ya sabır! Vakit sanki durmuştu. Sinirlenerek yanaklarımı durmadan şişiriyordum. Bu herif nasıl bir adam böyle? Bir kadın asla ama asla bekletilmezdi. Hele ilk randevuda asla. Adamın bu hareketi kadınlara karşı gram saygısının olmadığını ortaya koyuyordu. Kadın cinsine hakaretti yaptığı bu şey. Adi pislik. Şeytan diyor ses etmeden kalk git. Adamda gelsin otursun seni beklesin mal gibi. Adama kafamın içerisinde küfürler yağdırırken birden telefonumdan bip sesi geldi. Hemen telefonuma baktım. Bilinmeyen bir numaradan mesaj gelmişti. Çağla’nın bana verdiği kâğıtta ki numarayla aynıydı. Bu oydu! Said Aksoy. Mesaj, kimden: bilinmeyen numara “İyi günler Çağla Hanım. Çok önemli bir işim çıktı, geciktim. Yetişebilirim sandım ancak maalesef işim uzadı. Bu gün gelemeyeceğim. Artık başka bir sefere.’’ Bu ne ya? Adam orta çağda falan mı yaşıyor? Başka bir sefere mi? Bu adam kendini ne sanıyordu böyle! Dünya üzerinde ki yegâne erkek olduğunu mu zannediyordu? Bari özür dilese! Onu da mı beceremiyor! Hayvan herif! İyi bir cevabı hak etti. Sonuçta onu burada onca zaman beklemiştim. Ve ben kocam olacak herifi bile bu kadar beklemem! Mesaj, kimden: Zeynep Aslan “İyi günler Said Bey. Tam olarak ne oldu bilmiyorum, gecikmenize neden olacak kadar (!) Ama ben medeni bir insan olduğumdan bu hödüklüğünüzü hoş göreceğim ve sizi bu yaptığınız kabalık için affedeceğim. Ha birde, benden size bir dost tavsiyesi, özür dilemek sizin düşündüğünüz kadar zor bir şey değil. Malum nezaket gereği insanlar bir kabalık işlediklerinde özür dilerler. Bilmem anlatabildim mi?” Ve gönder. Ah, gerçekten kendimi bir aptal gibi hissediyordum şu anda. Resmen ekildim. Bu soğukta bir saat herifin birini beklemiştim. Kadınlık gururum gerçekten incinmişti. Sinirle yerimden kalktım. Çantamı kapar kapmaz restorandan çıktım. O an uzun süredir orada durmakta olan o siyah arabanın yanından süratle geçtim. O adama homurdanarak küfürler yağdırıyordum. Etraf da taksi falanda yoktu. Ana caddeye kadar yürümek zorundaydım. Böyle işin içine be! Hava soğuk olduğundan hızlı hızlı yürümeye devam ediyordum. Nedense içimde kötü bir his belirdi bir anda. Sanki biri beni takip ediyordu. Yavaşça arkama döndüm. Sokağın ucunda uzun boylu birisi vardı. Daha yakınımdaysa kalın montlu bir lise öğrencisi vardı. Tekrar yürümeye başladım. Arkama kaçamak bakışlar atıyordum. İçimde beliren o kötü his peşimi bırakmıyordu. Kenardaki caddeye saptım. Yavaş yavaş adımlarımı hızlandırmaya başladım ve aniden durdum. Ben durduğumda arkamdan birinin de aniden duraksadığını hissettim. Küçük çakıl taşları ses çıkarmıştı. Evet! Arkamda ki adamlardan birisi kesinlikle beni takip ediyordu! Hızla koşmaya başladım. Allah kahretsin! O da koşmaya başlamıştı! Her kimse o da arkamdan koşuyordu! Ve git gide bana yaklaştığını hissedebiliyordum. Kim, neden, niye beni takip ediyordu? O an birinin “Ondan uzak dur!” diye bağırdığını duydum, o sırada ben dayanamayıp arkama döndüm ve arkamı dönmemle birlikte kendimi yerde bulmam bir olmuştu. Alnımın üzerinde büyük bir acı hissetmiştim. Neden her yer hareket ediyordu? Alnımdan sıcak bir sıvının akmaya başladığını hissetmiştim. Saçlarım anlıma yapışmaya başlamıştı. Gözlerim usulca kapanmaya başladı. Her şey bulanıklaşmaya başlamıştı. Ve ben... Sadece uyumak istiyordum… Neredeyse kapanmak üzere olan gözlerim gökyüzüne dönmüştü. Aniden başımın altında bir el hissettim. Etrafta ki sesler bir uğultu gibi geliyordu. Alnıma akan sıcakkan soğukla buluşarak daha da yapışkan bir hal almıştı sanki. “Aç gözlerini! Sesimi duyuyor musun?” Birisi bana sesleniyordu. “Seni hastaneye götüreceğim! Sana bir şey olmayacak! Sadece benimle kal! Gözlerini kapama! Tamam mı?” Ve birisinin beni kucakladığını hissettim. Sanırım başıma darbe almıştım. Bu yüzden sersemlemiştim. Birinin güçlü kollarının arasında kendimi hissedince daha da uykum gelmişti. “Uyumak… İstiyorum…” dedim zar zor. “İyi olacaksın. Söz veriyorum! Ben yanındayım!” Duyduğum son cümleler bu olmuştu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD