Halil ocağın başındaydı. Nineye sözüm var tarhana çorbası kaynatacağım diye ayaklanan Seyhan'ı zorla geri yatırdıktan sonra onun yerine çorbayı yapıyordu, dudaklarında neşeli bir ıslık çala çala.
Seyhan ise karnının üstüne konulan sıcak su torbasıyla uyukluyordu kulaklarına çalınan ıslık sesleriyle. Halil'le akşam beraber döneceklerdi güya eve ama Seyhan'ın sancısı tutunca kim ne zaman gelecekti, Halil gittiği eczaneden geldiğinden beri hiç çıkmadığı eve ne ara girmişti farkında bile değildi.
Günlerdir eve almadığı adam sanki hep burdaymış gibi hissediyordu Seyhan ama bir yandan da tarif edemediği bir gerginlik vardı. İlk kez yabancı bir adamla aynı evdeydi şu anda. Halil'den yana tek bir endişesi yoktu tabi ki, adam ağzının içine bakıyordu, biliyordu ve rahattı. Onu huzursuz eden kafasındaki karmaşaydı. Sanki mutlu olacak gibiydi birden ama bir yandan da biri o mutluluğunu elinden alacakmış gibi garip bir korku vardı.
Şu anda duyguları karmakarışıktı ve odaya tek elindeki tepside koca bir çorba kasesi getiren adamın gülümseyen yüzü hiç yardımcı olmuyordu karışıklığına.
"Sıcacık bir çorba da içince ağrı sızı kalmaz inşallah."
Seyhan yataktan kalkmaya yeltendiğinde Halil kaşlarını çata çata "Kalkma yataktan Seyhan, yastığı sırtına yasla" diyerek döşeğin ucuna oturdu.
Seyhan oflaya poflaya başındaki yastığı sırtına yasladı. "Hasta mıyım Halil, kalkayım yataktan işte."
Cıklayan adam tepsiyi Seyhan'ın kucağına koyup "Çorba bitene kadar, ağrın geçene kadar kalkmak yok" dedi ve göz deviren Seyhan'ın yüzüne şaşkın şaşkın bakarak oturduğu yerden kalktı. Pekte güzel göz deviriyordu da söylemeye dili varmıyordu.
Seyhan'ın kaşığı alıp çorbayı küçük dudaklarına götürüşünü izlerken sanki ruhunu da içiyor gibiydi çorba niyetine. Birden gencin dudaklarından gözünü alamadığını fark ettiğinde çekinerek hızla başını çevirip odadan çıktı.
"Ben çorbayı nineye götürüp geliyorum, o çorba bitsin" deyip mutfağa döndü ve pes eder gibi oflayarak "Tamam" diyen gencin sesiyle dış kapıya yöneldi elindeki çorba tenceresiyle.
Birazını Seyhan daha sonra da yer diye ayırmış, kendisinin yiyip yemeğini bile unutmuş, ninenin evinin yolunu tutmuştu. Onu, Seyhan'ın gözlerinin kahveleri, belki ona gülümser umudu doyurmuştu farkında olmadan. Sanki tabak tabak yemek yemişti Seyhan ona çikolatalı ağzıyla gülerken. Aşk, fazla mı kör edici ya da doyurucuydu Halil için bilmiyordu ama körlüğe de açlığa da razıydı kalbi aşka açken.
Halil tencereyi ninenin evine bırakmış, "Ben gideyim nine, Seyhan evde yalnız kapıyı tam kapatmamıştım" deyip beklemeden çıkmıştı evden.
Sanki Seyhan evde günlerce yalnız kalmamıştı da şimdi korkardı ya da kalkıp açık kapıyı örtemezdi. Nazike nine keyifle başını iki yana sallayarak "Koş tabi koş, aman kapıları kapatmayın birbirinize" demişti kapıdan fırlayan adamın arkasından bakarken.
Halil'in Seyhan'a bu denli tutulacağını o da beklemiyordu, öyle ya da böyle el ele verip yaşayıp giderler diye düşünmüştü ama günlerdir Halil'in gözlerini körelten aşkı görünce gözleri yaşarmıştı.
Tenceredeki çorbayı kaseye koyarken yaşaran gözlerini tülbentinin kenarıyla silip "Eşek sıpası seni, buldun eşini kapılara bacalara sığama. Nikahta keramet vardır dedikleri boşu boşuna değil" diyerek kaseyi alıp küçük odaya girdi. Yere serdiği sofra bezinin kenarına oturup çorbadan bir kaşık aldı.
"Bu kara kuzumun eli, bilirim ben."
Boş odada göz gezdirip günler sonra tek başına yemenin buruk gülümsemesiyle bir kaşık daha sıcak çorbadan aldığı sırada birden odaya giren Seyhan'la arkasını döndü.
"Bu oğlanı al başımdan nene, ben nineme gidecem çekil önümden dedim de zorla kaçtım."
Yaşlı kadın gözleri dolu dolu sofrasına çöken gence baktı. "Becerememiş dimi nine, benim gibi pişirememiş" dediği sırada odaya giren Halil'le de Nazike nineden medet umar gibi dudaklarını büzdü.
Elinde bir çift çorapla "Sana çorap giy dedim Seyhan, kaşla göz arasında fırladın kapıdan" diyen adamla da göz deviren Seyhan yaşlı kadının koluna yapışıp "Yataktan çıkarmıyordu beni nene" diyerek isyan etti ama sonra da dediği şey yanlış anlaşıldı diye de kıpkırmızı olmuştu.
"Biraz karnım ağrıyordu da, yat uyu deyip durdu." Düzeltmeye çalıştığı potla Halil'in de esmer yüzü kızarmıştı.
En sonunda ikisinden de bakışlarını çeken yaşlı kadın tepesinde dikilen Halil'in bacağına fiske atıp "Kazık gibi dikilmesene oğlum, git içerden iki kase daha al gel. Kınalı kuzuma da ilişme, canı ne isterse onu yapar" dedi.
Seyhan, Halil'e zafer kazanmış bir gülümsemeyle bakarak elini göğsünün ortasına götürer ohh der gibi sıvazladı.
Halil, elindeki çorabı koltuğa koyup odadan çıkarken de yaşlı kadın Seyhan'ın sırtını sıvazladı. "Halil'in dediğini et yavrum, soğuğu ayaklardan alırsın, karın ağrısı daha da azar. Yemekten sonra sana bir de rezene kaynatırız, bişeycin kalmaz."
Seyhan yaşlı kadının dediklerinden durumunu fark ettiğini anlamıştı, belli etmeden yardım etmeye çalışması kalbini sıcacık hissettirmişti. Halil elinde kaseler ve kaşıklarla dönerken Seyhan utanarak yavaş yavaş başını salladı ve ninenin bir kez daha sırtını sıvaslamasına başını önüne eğdi.
Ağrısı yeni yeni geçtiği için daha da iştahı açılan Seyhan bir kase daha tarhanayı midesine indirmişti. Halil ise onu izleye izleye yine doymuştu ama kolunu dürtüp "Miden de doysun kör oğlum" diyen ninesiyle kendine gelmişti.
Yemekten sonra Halil zorla çorabı gence giydirmiş demlediği çayı bardaklara döküyordu Seyhan ninenin ördüğü kazağı izlerken. "Kınalı kuzum şu torbadan yeşil yün ipi de getir bakayım, araya renkli ip katalım."
Seyhan yaşlı kadının gösterdiği koltuğun arkasındaki ip torbasının içinden fıstık yeşili ip yumağını alıp minderin üstüne geri döndü.
Yaşlı kadın ördüğü kadarını Seyhan'ın üstüne tutarak "Kımıldanma genişliğine bakacam kuzum" dedi. Genç oğlan şaşkın şaşkın dudaklarını aralarayak "Bana mı örüyorsun nine?" diye sordu.
Birinin ona kazak örmesini geç Seyhan annesinden bir bez parçası bile görmemişti. Yaşlı kadın "Tabi sana kuzum, Halil bunun bir koluna bile sığmaz, ona kalın yünden örmek lazım gelir" deyince Seyhan'ın gözleri dolmuştu. Tek eliyle çay bardaklarını koyduğu tepsiyi taşıyan adama dönüp baktığında onun da gülümsemesiyle boğazına bir yumru oturmuştu.
Gözleri dolu dolu oturduğu minderden kalkıp "Şeker yok. Unutmuşsun" derken odadan fırladı.
Dış kapıdan da çıkınca nefes nefese başını yukarı kaldırdı. Gözlerinden süzülmeye çalışan yaşlarla göğsü sıkışmıştı. Geldiği yer ona öyle sıcak bir kucak açmıştı ki Seyhan o kucağa sığamaz olmuştu. Yüreğinden taşmak isteyen bu yaşına kadar ki sevgisizliği onu bir mengenede sıktıkça sıkıyordu. Sanki bacakları bir hayvan kapanına kapılmıştı da çekmezse kopamazdı o kapandan.
Arkasındaki gölgeyi fark edince arkasını döndü. Ay ışığında parlayan ela gözlerin endişeye karışan gülümsemesine baktı.
Halil "Seyhan" diye fısıldadı tereddütle, çünkü vurulduğu gözler yaşlıydı şu anda ve bu ona acı çektiriyordu.
Seyhan başını hafif yana yatırıp acıyla gülümsedi. "Ben sevgiyi bilmiyorum Halil."
Uzun boylu adam Seyhan'ın söylediğiyle o da gülümseyerek başını yana yatırdı. "Alışamaz mısın?"
Seyhan başını hızlı hızlı sallayıp Halil'in hiç beklemediği bir şeyi yapıp ona doğru hızlı adımlarla yürüyerek koca bedene sıkıca sarıldı.
"Alışmamı bekle."
Halil beline sarılan gencin saçlarını okşamak için ürkerek sağ elini kaldırdı ve eline gelen yumuşacık siyah saçları küçük küçük okşadı.
"Ömrümün sonuna kadar beklerim Seyhan'ım."