Görev Kardelen

1218 Words
Operasyondan sonra tim, kısa bir izin için sınır kasabasına gönderilmişti. Meydanda panayır vardı: renkli ışıklar, pamuk şeker standları, küçük bir sahne ve hoparlörlerden yankılanan neşeli müzik… Tim bir anlığına da olsa savaşın gölgesini unutmuştu. Alp, ciddiyetinden sıyrılmıştı. Böyle zamanlarda timi fazla sıkmaz, onların da biraz nefes almasına izin verirdi. Timin geri kalanı kendi hâllerinde oyalanıyordu. Yine de içlerinden ufak tefek taşkınlık yapmak isteyen de yok değildi hani. Tamer, “Kapmışız izni, az kafa bulsak fena olmaz,” diye geçiriyordu içinden. Murat ise çoktan etraftaki kızlara göz gezdirmeye başlamıştı. Tunç devasa bir et şişin peşine düşmüş, gözlerini tezgâhlardan ayırmıyordu. Zeynep ve Elif rengârenk stantlara bakıp kendi aralarında fısıldaşırken, Pusula kollarını kavuşturmuş, sabırsız bir ifadeyle “Bir an önce bitsin de gidelim,” der gibi kenarda bekliyordu. Sonunda acıktıklarına karar veren ekip, meydanın kenarındaki uzun masalardan birine oturdu. Garson siparişleri almak için yanaştığında masa bir anda şenlenmişti. Tunç menüye bile bakmadan kocaman sesiyle “En büyük şişten getir, yanına ne varsa doldur!” dedi. Arda Tunç’tan geri kalır mı hiç? Hemen atıldı “Abi bana da aynı, ama sosunu bol koy, acısını da fazla yap!” Alp kaşlarını kaldırdı, masadaki hâkimiyetini göstermek ister gibi mavi gözlerini Arda’ya dikti “Sen daha çorbanı bitiremiyorsun. Sana çocuk menüsü söylesinler.” Murat gülerek araya girdi “Ona patates kızartmasıyla ayran getir, yeter!” Zeynep kahkaha atmamak için elini ağzına kapadı, Elif gözlüklerinin ardından hafifçe gülümsedi. Tamer keyifle sandalyesine yaslanıp başını salladı. " Bu çocuk birgün fena patlar ya neyse. " dedi. Çıtır ortamın yumuşaklığından yüz bulup yalandan boğazını temizledi. Murat'a bakıp " Komutanım sizde en son gittiğimiz yerde meyhane patlattınız ama kimseden ses çıkmadı. " dedi. Masada bir anda sessizlik oldu. Tamer, Arda’nın lafına kahvesini içerken boğazına kaçıracak gibi öksürdü. Murat’ın yüzü kıpkırmızı kesildi, gözlerini kaçırarak tabağıyla oynamaya başladı. Tunç kıkırdadı “Vallahi doğru söylüyor Çıtır. O gün biz bile şaşırmıştık. Masaları devirip çıkmışsın, hâlâ konuşuluyor.” Zeynep başını iki yana salladı, gözlerinde muzip bir parıltı vardı “Demek ki timin en sakin görüneni, en tehlikeli olanıymış.” Elif gözlüğünü düzeltip ciddi bir ses tonuyla ekledi “İstatistikler gösteriyor ki… en sessizler patladığında en yüksek desibeli çıkarır.” Murat sonunda kendini toparladı, alaycı bir tebessümle Arda’ya döndü “Bak hele, küçük kardeşimiz laf yetiştirmeyi de öğrenmiş. Demek artık bana sataşacak kadar büyüdün, ha?” gözlerinde ki parıltılar görülmeye değerdi. Alp bütün bu atışmaları sessizce izledi. Dudaklarının kenarında hafif bir gülümseme vardı ama gözleri hâlâ sertti. Sanki “biraz daha konuşun da, sonra görün” der gibiydi. Arda masum bir gülümsemeyle, “Komutanım, kızlar sana gelmek istemiyormuş. ‘Senle olmaz, biz canımızı seviyoruz’ falan diyormuş,” dedi. Tunç gür bir kahkaha patlattı. Murat’ın gözleri öfkeyle kıpkırmızı kesilmiş, Arda’ya öldürmek istercesine bakıyordu. Arda ise hemen Elif’in yanına sokuldu, kıkırdayarak devam etti “Harbi lan! Düşman siker gibi karı mı sikilir? Her yerde mimlenmişsin resmen.” dedi Eymen. Geldiklerinden beri ilk defa konuşuyordu. Sakin ama zehir gibi bir ses tonuyla, gözlerini Murat’a dikerek Eymen’in en büyük zevki Murat’la uğraşmaktı; belli ki fırsatı kaçırmamıştı. Murat, gururla geriye yaslanıp yüksek sesle övünüyordu “Delikanlı görün oğlum! Bende sizdeki gibi bamya değil, sikikler.” Sofrada kahkahalar ve alaycı bakışlar havada uçuştu. Sohbet bir sağa bir sola kayıyor, herkes birbirine sataşıyordu. Murat’ın laf yetiştirmeleriyle Arda’nın patavatsız çıkışları birleşince masa iyice şenlenmişti. Sonunda yemekler bitince, sandalye gıcırtılarıyla beraber ayaklandılar. Karnı tok, keyfi yerinde olan tim, kalabalığın arasına karışarak masadan uzaklaştı. Kalabalığın arasına karışan tim, meydanın öbür ucunda çocuk kahkahaları ve müzik duydu. Küçük bir sahnede palyaço, gönüllüleri oyuna çağırıyordu. Arda hemen öne atıldı, “Ben çıkarım, ben!” diye bağırdı. Alp daha ağzını açamadan Arda sahneye fırladı. Palyaço eline koca bir balon verdi, “Bunu şişir bakalım delikanlı, patlatmadan!” dedi. Arda şişirmeye başladı, balon büyüdü, büyüdü… tam “Yeter artık bırak” denecekken balon yüzünün dibinde kocaman bir patlamayla infilak etti. Arda’nın yüzü talk pudrasıyla kaplandı, saçları kabardı. Kalabalık kahkahadan kırıldı. Çocuklar parmaklarıyla işaret edip “Abi çok komik oldu!” diye bağırıyordu. Tunç karnını tutarak yere eğildi, Zeynep ve Elif gözlerinden yaş gelene kadar güldü. Murat dişlerini sıktı ama dudaklarının kenarındaki gülümsemeyi saklayamadı. Pusula başını iki yana salladı “Bu çocuk nereye gitse rezillik çıkarıyor.” Alp kollarını göğsünde birleştirmiş, sahnedeki Arda’ya bakıyordu. Gözleri ciddiyetle parlıyordu ama dudaklarının kenarında belli belirsiz bir tebessüm vardı. Günü kahkahalarla kapatan Ak Pençe timi, gece yarısına doğru karargâha döndü. Yorgundular ama içlerindeki huzur, biraz önceki şenlikten kalma kahkahalarla harmanlanmıştı. Fakat ertesi sabah uyandıklarında yüzlerindeki tebessüm yerini ciddiyete bıraktı. Telsizden gelen emir netti. Yeni bir görev için derhal Türkiye’ye dönüyorlardı. Operasyon, en üst düzey gizlilikle yürütülecekti. Hiç vakit kaybetmeden toparlandılar. Helikopterin pervaneleri dönmeye başladığında, timin her bir üyesi kendi içine çekilmişti. Kimse yüksek sesle konuşmuyordu. Herkes aklında tek bir şey taşıyordu: Önlerinde neyle karşılaşacaklarını bilmiyorlardı. Bu belirsizlik, savaş tecrübelerinden bile daha ağır geliyordu. Alp, helikopterin camından gökyüzüne bakarken mavi gözleri bir anlığına dalıp gitti. Yanında oturan Tunç dişlerini sıkarak dua eder gibi dudaklarını kıpırdatıyordu. Arda bile bu kez susmuştu, parmaklarıyla titreyerek dizine vuruyordu. Türkiye onları bekliyordu. Ve bu kez görev, öncekilerden farklıydı. Uçağın kapakları ağır ağır açıldığında sabahın gri ışığı pistin üzerine dökülüyordu. Askerler sırayla indiler. Hepsinin üzerinde yolun ve görevlerin yorgunluğu vardı ama adımları hâlâ sıkıydı. Alp en önde, dimdik yürüyordu. Arkasında sıralanan tim üyeleri ise sessizdi; kahkahalarıyla kasabayı inleten insanlar değil, yeniden çelik disipline girmiş askerlerdi artık. Pistin kenarında ellerini arkasında birleştirmiş, hareketsiz duran Yarbay Fikret Aksoy, gözlerini kısıp onları süzüyordu. Ne selam verdi, ne de yüzünde bir tebessüm vardı. Sanki taş kesilmiş gibiydi. Tim yaklaştığında Alp durdu, asker selamını verdi. Ardından herkes sırasıyla selamladı. Yarbay’ın sert bakışları tek tek yüzlerinde dolaştı. Arda, istemsizce bakışlarını kaçırdı. Tunç dişlerini sıktı. Zeynep ve Elif’in omuzları dikleşti. Yarbay’ın sesi yankılandı, tok ve keskin bir şekilde “Hoş geldiniz. Dinlenmek yok. On iki saat içinde brifing odasında olacaksınız. Bu görev sıradan değil. Her biriniz gözünüzü kırpmadan hazır olacaksınız.” Arda, dudaklarının kenarından belli belirsiz gülümsemek istedi ama Alp’in mavi gözleri hemen ona döndü. Çıtır anında toparlandı, boğazını temizleyip başını öne eğdi. Yarbay Aksoy bir adım öne çıktı, Alp’in gözlerine bakarak ekledi “Yüzbaşı. Adamlarını zapt et. Bu görevde tek bir hataya yer yok.” Alp başını dik tutarak sert bir sesle “Emredersiniz komutanım.” dedi. Pistte uğuldayan rüzgâr dışında bir ses kalmadı. Ak Pençe timi, şakası olmayan yeni bir görevin eşiğinde olduğunu o an iliklerine kadar hissetti. Yarbay Fikret Aksoy dosyayı masaya açtı, sert sesiyle odayı doldurdu. “On yıl önce kurtarılan Kardelen. Şimdi 25 yaşında, öğretmen. Fakat sadece bir sivil değil. Altı yıl boyunca örgütün içinde esir tutuldu. O süreçte ne kadar şey duydu, ne kadarına şahit oldu, kendisi bile farkında olmayabilir. Ama biz biliyoruz ki kızın zihninde çok şey saklı.” Tim dikkat kesilmişti. “Bu yüzden onu sadece korumakla kalmayacaksınız. Aynı zamanda devlet için kritik bir kaynağı da güvence altına alacaksınız. Kardelen’in bildikleri, örgütü kökten çökertmek için gereken anahtarlardan biri olabilir. Ve düşman da bunun farkında. Onu ele geçirirlerse, kendi sırlarımızı çarpıtıp bize karşı kullanacaklardır.” Arda başını kaşıdı, sessizliği bozacak gibi oldu ama Alp’in sert bakışı onu susturdu. Yarbay devam etti: “Bu görev, sıradan bir koruma görevi değil. Kardelen hem hedef hem de anahtardır. Bu yüzden hata yapma lüksünüz yok.” Ardından gözlerini Alp’e dikti. “Yüzbaşı. O kızı yıllar önce sen kurtarmıştın. Şimdi yine senin ellerinde. Bu defa başarısızlık kabul etmiyorum.” Alp’in gözleri kısıldı. İçindeki fırtına dışarı yansımıyordu ama çenesindeki kasılma her şeyi anlatıyordu. “Emredersiniz komutanım.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD