BÖLÜM 3

2285 Words
Ömer, kendi elleriyle yaptığı tahta sandalyenin üzerine oturmuş, yıllardır aynı koluna sardığı, tahta tozundan rengi sararmış kirli çaputu değiştiriyordu. Akşama kadar yaptığı tahta kaşıkların tozu, kolunda ki beze yapışınca kirli bir görüntü sergiliyordu. Etrafında ki insanların bezi görüp kendisine iğrenerek bakmasını istemezdi. Hoş bezi temiz olsa ne olacaktı.  Zaten Kasabanın birkaç adamı dışında, herkes ona iğrenerek bakar, insan yerine koymazlardı. Onun aksak ayağı, eğik başı, kekeme dili, birde kurtlu yarası vardı. Yüreğine kusur tohumu salanlar iğrenir, az biraz vicdanı olanlarda acırdı. Bezi temiz olsada durum değişmeyecekti onun için. Yine de kurtçuk çıkan yarasını sarsa iyi ederdi. Sahi kurtlu muydu Ömer'in yarası?. Elindeki sarımtırak bezi ikinci kez dolayarak baktı yarasına. Hani şu köylünün dilden dile doladığı, irin akan o yarasına. Evet haklılardı ona iğrenerek bakan herkes. Ömer'e göre de kurtluydu yarası. Bilekten dirseğine kadar devam eden yarasından, yüreğine akan irini kimseler  görmese de öyleydi. Bu yara öyle bir yaraydı ki derdi var dermanı topraktaydı. Son kez doladı sıkı sıkıya çaputunu. İyice sıktı. Akşama kadar çözülmesini istemediği için iki kez üst üste düğümünü attı. Biri görecek korkusuyla Kördüğüm etti. Görmesinler ki kendi beyninden kusurlu olanlar bir başka kusuruna daha laf etmesinler istedi. Sadece annesine mücevherdi  Ömer. Hani derler ya “kirpi pamuğum diye severmiş” evladını. Sultan kadın da öyle severdi biricik oğlunu. Kim ne derse desin, anlamazdı köyde oğlu için söylenen onca lafları. Ne vardı canım! Karşısında oğlunun lafını edecek olanlara, “ aslan gibi, yiğittir benim delikanlı oğlum. Onun dışında  görüntüsünde ne varmış “ derdi. Bu milletin hepsi boş boğazdı Sultan anaya göre. Tamam az sağ ayağı topallardı Ömer’in.  Dili de  biraz dolanırdı. Kolu dersen, ta küçükken yara çıkmıştı. Kendisi bile görmezken ne diye kurtlu diye laf atmışlardı hemen ortaya. Allah'ın yarattığı kula kusur sıralamak onlara mı kalmıştı. Hem doğuştan bile değildi ki kusurları. Az aklı ermeye başlayınca birden oluvermişti.  Sahi köylünün karşısında oğlunu her daim savunmaya kalkardı Sultan ana da onun da zaman zaman kafası karışırdı. Hiç akıl sır erdiremezdi oğlunun düştüğü şu duruma.  Ne ara gözünün çırası bu hale gelmişti. Hesap edemezdi kendince cahil aklı. Keşke zamanında “olacağı varmış “ demek yerine baksaydı çaresine. Arasaydı arkasını. Geçmiş zaman çokta kafaya takmamıştı saf beyni. Başında nefes alıyor mu alıyordu. Anam diye sarmalıyor mu, sarıyordu. O zaman varsın kekelesin, varsın topallasındı. Yalnızlığına yoldaş olsun, ona bir kez daha evlat acısı tattırmasın da yeterdi. Kimsesi yoktu ki Ömer'inden başka. Er diye yoldaş edindiği kocası, çağın hastalığı siroza yakalanarak erken veda etmişti onlara. Tıpkı ilk evladı Narin gibi. Oda erken keşfetmek istemişti zahir oraları babasından hemen sonra.   .......   Sabah namazına uyanmıştı Sultan ana. Abdest almak için tahta kapıyı aralayarak bahçeye çıktı. Dışarıda bulunan tuvaleti kullandıktan sonra, kapının ağzına sıraladığı güğümlerin içine baktı. Yazık ki evin önünde merdiven dibinde bulunan suları yine donmuştu. Demirkazık dağının eteğinde oturdukları için buralarda sular kış daha gelmeden donmaya başlardı. Ne diye unuttum ki dışarıda diyerek kendine kızdı. Ağrıyan dizlerinden ötürü inleyerek, ağır güğümleri iki eline alıp kaldırdı. Maksadı içeride yanan sobanın üstüne çözülsün diye koymaktı. Ne vardı köyün ağası, onun evine de bağlatsaydı içme suyunu. Böylece kış günlerinde o da eller gibi rahatlardı. Hem böyle düşündü hem de ak saçlarının döküldüğü beyaz yüzünü buruşturdu. Hiddetle geri reddetti. "Adı batasıca" dedi.  İstemezdi ondan gelecek haram hayırı. Hiç sevmezdi o İblisi. Köylüye mıh söktürür dururdu. Allah’tan evleri köye epey uzaktı da kendilerine fazla ilişmezdi. O yüzden kapıya bıraktığı suları da donarsa donsundu. Sabahın en güzel saatlerinde düşündüğü İblis keyfini kaçırınca, “ kör şeytan kör gözüne lânet “ diyerek içeri girdi. Elinde ki iki güğümü sobanın üzerine bıraktı. Kapağını açıp az kalan közün üzerine, hemen yanında bulunan kovadaki odunları attı. Eliyle yelledi. Biraz üzerine Ömer'in dükkandan getirdiği talaşlardan döktü. Birkaç saniye sonra hızla alev alan odunların çıtırtısı ,kerpiç odanın içinde melodi gibi yayılmaya başladı. Sular çözülene kadar Ömer'e baksa iyi olurdu.  Normal de çoktan kalkmış hatta sobayı yakmış olurdu. Burada yatmadığına göre yine karşı odada eski döşekte kalmış olmalıydı. Gece geç gelince dükkandan, sırf kendisini rahatsız etmemek uğruna soğuk odada, kilerde  yatardı.   Sessiz olmaya gayret göstererek, karşı odanın kapısının önünde durdu durmasına da nafile. Çoktan uyanmıştı oğlu ki çırası yanıyordu. Önce iki kez tıklattı. Sonra açtı. “ Bende çok ses etmeyeyim de az daha uyusun derim. Çoktan uyanmışsın guzum “ diyerek içeri girdi. Ömer yine o lanet çaputu koluna sarmakla meşguldü. İşi bitince yüzüne gülümseyerek baktı. “ Hayır- lı  saaa- bahhh- larr  anam “ dedi. Kekeleyerek. Sultan ana önce koluna sardığı o beze baktı. Bırak yavrum şu lanet bezi. Bırak yaran açıkta kalsın da kurusun “ demek istedi sustu. Biliyordu oğlunun bu konuda gösterdiği hiddeti. “ açık yara ana! İyice kurtlansın mı” diye birde azarlardı. Yıllardır kendinin bile görmediği yara hakkında yeniden Ömer’i kızdırmak istemedi. İşine karışmadan yüzünü toplanmış yatağa doğru çevirdi. "Ah guzum. Ah yiğidim! Yatağın neresinde yatarsın da bozulmaz bu sabahtan koyduğum çarşaflar. Hiç mi uyku görmez yoksa gök renkli gözlerin"  diye sitemle yanına vardı. "Yokk  bee anam. Şimdi kalktım sayılır " diye cevap verirken ayağa kalktı. Annesinin omuzlarından tuttu. Sultan ana oğlunun yanında küçücük kalıyordu. "Allah var iyi ki  bana çekmemiş” diye geçirdi içinden. Babasının tarafına benziyordu Ömer. Onlar da boylu bacaklı, böyle uzundu. Sonra hiç birinde böyle kusurların olmadığı da aklına geliverince dilini ısırdı. Kendi oğluna, kendi canından kanından olan biricik evladına nasıl kusurlu yakıştırmasını yapıyordu. Lakin konduramıyordu işte. Küçük odanın içinde çınar gibi dikilen oğluna yakıştıramıyordu bu kusurları. Allah biliyor ya. İsyan etmek değil de  dert yanıyordu işte derman dilendiğine. "De haydi o zaman. Çözüldü zar sular. Kılayım ben namazımı “ diyerek buğulanan gözlerini anında yere eğip kapıya yöneldi. Arkasında eli sakallarında aynı buğulu gözlerle bakan oğlunu fark etmedi. Anasının aklından geçenleri anlıyor ama elinden başkası gelmiyordu.   ●●●●●●●   Bir kaç dükkanın ve bir kahvehanenin bulunduğu köy meydanında, kimseden ses çıkmıyor herkes sus pus olmuş önündeki işleriyle  meşguldüler. Dün gece Halil ağa nın evinde çıkan yangının közleri yüreklerine, dumanı dillerine düşmüştü âdeta. Ondandı bu halleri. Kara kara düşündükleri İblis ağanın malının mülkünün yanması değil, o çıkan ateş parçasının kimin evine düşeceği derdindeydiler. Kim bilir İblis ağa kimlerin canını yakacak, çıkan yangından dolayı kimi ateşe atıp kimin ipini çekecekti. Hepsi bilinmezliğin içine hapsolmuş kurbanlık koyun gibi bekliyordu. yine de işlerini yapmaktan da geri kalmıyorlardı. Aslında kendi aralarında konuştuklarında, normalde yangını kendiliğinden olduğunu düşünebilirlerdi. Çünkü  şu civarda o kibriti çakacak yürekli kimsenin olmadığını bilirlerdi. Şayet yangın yerinde tanık oldukları yazı ve işittikleri gaz yağı bidonunun olduğu  ile boşluğa düşmüşlerdi. Herkesin aklında tek bir soru vardı. Kimdi bu yürek yiyen adam? Kimileri böyle söylenirken, kimileri de  korkaklığa sığınarak her zamanki gibi ellerine geçen belki fırsatı geri tepmekten çekinmiyordular. "Ne gereği vardı da uyuyan yılanı uyandırdı" diye kendi aralarında konuşuyorlardı. "Eğer kim ise ateşe veren, yapmış yapacağını madem çıksın ortaya. Bize cezası dokunmadan “diyerek ortalıkta laf döndüren kişiler, ağanın pabucunu yalayan topluluktan başkası değildi. Dün gece yangın esnasında, aynı sorular kendi aralarında konuşulurken, kimseden ses çıkmamıştı. İblis ağa tabiri yerindeyse kuduz köpek misali ağzından köpükler saçarak, ortalığı bir birine katmıştı. Önüne kim geçtiyse "Sen misin ulan" demişti. Yangını söndürmeye uğraşan, yüzü gözü is olmuş kimi yakaladıysa hesap sormuştu. "Yoksa sen misin " diyerek bir başka elinde su bidonu ile yardım eden  adamın önüne geçtiğinde gözlerinden âdeta ateş püskürmüştü. “ Kim yaptıysa çıksın. Yoksa o yangın başka ocaklardan çıkacak " diyerek herkese gözdağı vermişti. Yaşlı genç demeden, iyi kötü diye sormadan önüne geleni  savurup, ağza alınmayacak küfürler etmişti. Tam o sıra da inşallah benden bilmez diye dua ederlerken, üst üste yığılmış saman balyaların arasından nefes nefese Ağa'nın yanına gelen genç, körpe cahilliğinin kurbanı olmuştu. Göz göre göre. Her dediği söze bir darbe, her söylediğine bir tekme nasip olmuştu. "Keşke demeseydin be oğlum!" demişti içlerinde merhamet taşıyan birkaç kişi.  Sussaydı da kendi içinde saklasaydı ya gördüklerini." Diye fısıldamışlardı kendi aralarında. Yaranmış mı vardı bu İblise diye söylenirlerken genç oğlanın suçunun olmadığını biliyorlardı zaten hepsi. Saman balyaların arkasında, beyaz bir at gördüğünden bahsetmişti genç oğlan.  "Ne atı ulan. Dalga mı geçiyorsun" diye inanmadığını vurgulamak istercesine çocuğu ittirerek yere düşürmüştü. Pes etmemişti genç.  Böbrek boşluğuna yediği tekmenin feryadıyla kendini halen ispatlamaya çalışması kesinlikle körpeliğindendi. " yeminle ağam etme eyleme. Atın güzelliğine kapılarak yanına eriştim. Senin sandım, bilemedim o adamın arkamda beni izlediğini" dediğinde ikinci darbeyi suratına almıştı. " Kim ulan kim. Eğer yalan diyorsan, birini savunmak için hayal kuruyorsan  ölüm sana dar  gelir çocuk" diye kükreyen ağa hırsından yerinde duramamıştı. "Yok ağam vallahi doğru derim" demişti. "Şöyleee" dedi elini yukarıya kaldırıp işaret ederek  "Şöyle uzun boyluydu. Omuzu geniş, ayakları büyüktü ağam. İnan doğru derim " derken kör gecede sesi acı ile  titremişti. Çevik olduğunu ata biniş şeklinden anladığını söyleyerek, yüzünün  karanlık olduğunu hatta Kara bir bez ile sardığını  dile getirmişti. Sadece gözleri gözüküyordu  diye de eklemişti. "Ağam sadece gözlerini gördüm. O da ateşin etkisi ile seçebildim" "Gözleri gök rengiydi ağam. Öyle bir baktı ki bana; sanırsın gri bulutları kucağına almış şimşek çaktıracak göğü andırır gibi " dediği son cümlesi olmuştu nihayet. Yaşayacağı anlık refleksten habersiz. İblis son duydukları ile bilinmeyen çukuruna düşmüş olacak ki o sinirle, lanet siyah botlarını, çocuğun kulağına vurduğu an gencin acı çığlığı yükselmişti gecenin son anlarında.   ...............   Esengül dün gece çıkan yangından sonra sabaha karşı uyumasına rağmen erkenden uyanmış, gözlerini açar açmaz da geceden gördüğü adamın görüntüsü gözlerinin önünde yeniden belirmişti. Boğazında irice bir yumru vardı. Dün gece o kara peçeli adamı gördüğünden beri gitmiyordu . O zavallı çocuğun bahsettiği kişi bu adamdı . Ve ikinci gören kişi ise kendisiydi. İçinde kendisini huzursuz edecek bu garip hisle nasıl başa çıkacağını bilmiyordu. Korkmuş muydu bu adam dan.Pekâlâ niye korksundu ki. Adam ona ne bir söz etmiş nede tehditkâr bir harekette bulunmuştu. Bakışları haricinde.   .........   Geceden bu yana ağabeyinin çıkardığı hırıltılı bağırışları, ağzına alınmayacak küfürleri etrafına saçıp savururken, sadece izlemekle yetinmişti. Onu ilk kez bu kadar savunmasız görüyordu. Yıllardır eziyet çektirdiği köylünün ahını birileri tarafından çıkarılmaya gelmişti. Kendisi de şimdiye kadar elinden bir şey gelmediği için parmağını dahi kıpırdatamasa da o kişi kimse ortalığı kasıp kavurmayı, ağabeyinin huzurunu kaçırmayı başarmıştı. Öyleyse dün gece yaşadığı ne varsa rüya değil tamamen gerçekti. Neredeyse ikindi saatlerine kadar odasından dışarı çıkmamıştı. Halası birer saat aralıklarla dışarıda neler oluyor neler bitiyor, haber getiriyordu. Arada kızıyordu. Kızım ortalık yangın yeri, dışarı çıksan da destek olsan ağabeyine diyerek. Hiç içinden gelmiyordu. Hiç. Kapısı bugün bir kez daha halası tarafından açılınca, ayaktaydı. Halası telaşla yanına yaklaşınca göz göze geldiler. Bir şey olmuştu. Hemde büyük bir şey. “ Ah sorma kızım sorma. Halil köyde ne kadar mavi gözlü kişi varsa toplamış ahıra kapatmış. “ diyerek ellerini dizlerine vurup dövünmeye başladı. Esengül biliyordu ağabeyinin bu işin ucunu bırakmayacağını. Tepki vermekte güçlük çekse de ancak halasını sakinleştirebilmek için uğraştı. Aklına yine dün gördüğü adam gelince, acaba o da ahırda mıdır diye düşündü. Halası dövünerek çıktı. Bir kaç dakika sonra o da peşinden çıktı. İlk kez birinin kim olduğunu merak ediyordu. Şu  yaşına kadar olayları genellikle penceresinden izlerken, ahırda olup biteni halasından öğrenir öğrenmez, bir birine dolanan ayaklarına anlam veremeyerek kendini ahırın önünde bulmuştu. Şimdiye kadar bulunduğu evin  avlusunda, tanık olmadığı olay kalmamış, gözleri neler neler  görmüştü de yerinden kalkıp kımıldamamıştı bile. Evin dört köşesinde de adamlar vardı. Ahıra doğru küçük adımlar atarak kimseye görünmemek için avlu duvarının dibinden yürüyerek adamlara yakalanmamaya gayret gösteriyordu. Bu kişiyi görmeliydi. Ahırın kapısına yaklaştığında işte bunu hesap edememişti. İki  kişi kendisini görünce önce  bir birine baktı sonra oturdukları yerden ayağa kalktılar. Şaşkındılar. Yıllardır bu kapıda marabalık yapıyorlardı fakat ilk kez evin kızını  böyle yakından görmüşlerdi. Esengül geri dönmeyi düşünse de daha çok dikkat çekeceğini hesaplayarak vazgeçti. Başı dik üzerine giydiği paltosunun eteklerini toplayarak tam karşılarına geçti. Eliyle kapıyı işaret etti. Bu kız buraya inmeyi bırak, ortalıkta hiç görünmez, vardır bir bildiği diyerek, ağalarının bu durumdan haberdar olduğunu düşünüp içeri girmesine müsaade ettiler.    Esengül kendinden emin görüntüsünün altında heyecanlandığını kimseye fark ettirmeden ilerledi. kadife yeşil ayakkabılarıyla içeri adım atarken, bastığı şeylerden ötürü hafif yüzünü buruşturdu. Ahırın içi karanlık sadece küçük pencerelerden içeri hafif ışık süzülüyordu. O ışık sızıntısına saman tozları eşlik ederken, sırayla yere oturtulmuş kişileri  ancak görebildi.  Ağızları burunları kan olmuş, dizlerinin üzerine çökmüş, toplam sekiz kişiydiler. Demek ki yaşadıkları bu köyde mavi gözlü bir tek onlar vardı. Sokakta oynayan çocukları ve beli bükük yaşlıları saymazsak. Şayet hiç acımaz onları da getirtirdi ağabeyi. Bir ikisinin başı kendisine çevrilince, tek bir kelime etmeden elleri arkalarına bağlanmış, işkence gören adamların tam önünde durdu.  Kendisinin geldiğini diğerleri de fark edince   yarı baygın halleriyle gözlerinin içine âdeta yalvarırcasına bakmaya başladılar. İnsanlık dışı şu olayın içinde bulunmaktan ölesiye rahatsız olsa da karşısında ki kişilere zerre belli etmiyor oluşu acaba İblis le aynı kanı taşıdığından mıydı. Hoş etse ne olacaktı. Ne yapabilirdi? İçlerinden yaş olarak en küçüğünün sesi duyuldu. ”Abla yardım et. Ne olur! biz bir şey yapmadık hem vallahi hem billahi " Sesi  titreyerek konuşan kişinin bedeni gösterişli olsa da taş çatlasa on sekizine girmemiş yeni yetme biri olduğu, konuşmasından belli oluyordu. Başını çevirip çocuğa öylesine bir baktı. Söyleyeceklerini içinden dedi. “ Benim de sizden farkım yok. Birlik olun, onca köylü bir adamın hakkından gelemiyor, her işkencesini böyle dizleriniz üzerinde kabul ediyorsunuz. Ben ne yapabilirim size. Asıl yalnız olan halam ile ben. “ Bunları içinden haykırdı. Şu adamların acınası hâlini,  Allah affetsin onlara müstahak gördü. Neden?. Çünkü malımız mülkümüz eksilecek korkusuyla, tutturmuşlar “haklısın ağam, sen bilirsin ağam” türküsünü. Kimse bileğini ve yüreğini ortaya koymuyordu. Bir iki kez denemişler sonra da ömür boyu korkmuşlardı. Hâlbuki ağabeyinin bir sıkımlık canı vardı. İstese şu yeni yetme bile kendi elleriyle alırdı da bunun için yürek gerekirdi. Neymiş malımız mülkümüz ona emanet. Hangi mallarından mülkten bahsediyorlardı. Ellerinden zorla alınan tapularından mı. Adamların çaresiz bakışlarının aksine, yüzünde milim oynamadan tek tek gözlerinin içine baktı. Bir okyanus aradı. Dibi karanlık grimsi bir okyanus. Hani şu ders kitaplarında anlatılan, keskin bir maviye sahip o soğuk ifadeyi her birinin gözlerine bakarak taradı. Zifiri karanlıkta bile ateşin ve ayın yardımıyla seçebildiği o gözler bunların hiç birinde yoktu. İstediği görüntüyü elde edemeden, geldiği gibi başı dik, ufak adımlarıyla arkasına bakmadan, ardından gelen yardım çığlıklarını duymamazlıktan gelerek çıktı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD