BÖLÜM 4

2383 Words
Saatler birbirini kovalıyor Halil ağa, sağa sola haber salıyordu. Kasabanın dağından tut, taşına toprağına kadar her yerde yüzü peçeli ,gözleri mavi, iri bir adam aranıyordu. Hem Halil ağanın adamları, hem de tutsakların akrabaları yakınlarını kurtarma derdine düşmüş, ellerinden gelenin fazlasını yapıyordu. Ya bu adam bulunacak ya da yer yerinden oynayacaktı. ........ Aradığını bulamayan Esengül, kimseye görünmeden tekrar odasına çıktığında penceresinden içeri dolan ağabeyinin emirlerine kulak kesildi. “ despot" diye sağ kolu olan adamına sesleniyordu. Penceresini yavaşça açtı, perdenin arkasından dinlemeye koyuldu. " buyur ağam" diye yanına iki elini önüne bağlayarak koşan bu adam adamlarının içinde en gaddar olanıydı. Halil ağa bastonuna tutunarak, yanına yaklaşmasını, baştan aşağı  süzerek bekledi. Karşısında ki  adama şüphe ile baktı. Yıllardır bir yamuğunu görmemiş, bütün pis işlerinde bu adamı kullanmıştı. Belkide içten içe kin duymuştur bana diye düşündü. Sonra düğün günü yanında olduğunu hatırladı daha çok sinirlendi. Elinde tuttuğu yılan başlı bastonunu kaldırarak sertçe yere vurdu. " Bana bak! köpeklerin zincirlerini kısalt ve aç bırak. Ağızlarına bir lokma koymasınlar, gece olunca da serbest bırak “ Diyerek emir verdi.. "Oo- lurr ağam nasıl istersen" dedi Despot. Sözünün üstüne söz söylememeyi en iyi o bilirdi. Dediğini yapmak üzere, arkasını  döndüğü gibi ahırın önünde ki küçük avluya bağladıkları beş iri hayvanın yanına gitti. Öylesine korkunç gözüküyorlardı ki, bazen köyde ki anneler, yeri gelir çocuklarını "dölek durun yoksa sizi iblisin itlerine veririm " diye korkuturlardı. Herkes bilirdi bu itleri. Sadık hayvanlardır köpekler. Sahipleri kim olursa olsun ekmeğini veren kimse ona sadık kalırlardı. Nasıl eğitirsen öyle yetişir, sahipleri kim ise onun gibi olurdu. Bu zavallı hayvanların nasibine ise bir İblis  düşmüştü. Despot köpeklerin zincirini kısaltırken, Esengül penceresinden onu izlemeye devam ediyordu. Ağabeyi avlunun içinde bir ileri bir geri gittikçe, içinde garip bir his peyda oldu. Sanki biraz da heyecanlandı. Ağabeyinin söylediğine göre bu gece de gelirse görünmez düşmanı, bu kez itlerden kaçamayacaktı. Hem aç hem de vakit gelene kadar boğazlarındaki kısa zincir ile hareketleri kısıtlandığı için dahada kuduracak bu vahşi hayvanlar kesecekti cezasını.   .........   Akşam vakti gökyüzü, hafif yağmurlu ve boğucu haliyle, köyün üzerine çökmüş bir karabasanı andırıyordu. Gri bulutların ahengi ne gece ne gündüze yakışırdı. Değişik bir hava vardı. Sanki bu havanın sonu gelecek günlerde köyü alt üst edecek fırtınanın habercisi gibiydi. Halil ağa ve adamları hâlâ ortaya çıkmayan düşmanın korkusuyla, böyle bir havada önlemlerini iki katına çıkarmıştı. Bir iki saat kadar sonra evin güvenliğini köpekler sağlayacak, diğer iki ayaklı olanlarda köyün ve çevresinde girip çıkan var mı diye göz gezdirecekti. Böyle durumlarda” kurt bulanık günden hoşlanır “ tabiriyle herkes ayaktaydı.  Ortalığın güvenliğinden emin olan Halil ağanın sinirleri biraz daha yumuşamıştı. Belki aradığını bulamamıştı ama köylünün çaresiz yalvarışları , adamı bulmak için korkuyla gösterdikleri çaba hoşuna gitmişti. Er yada geç o kişi bulunup hesabı sorulacaktı. Adamlarına gerekli talimatları verdikten sonra  akşam yemeğini yemek için evine girdiğinde sofrası hazır, ev halkının başı yerde herkes sus pustu. Bu korku evdekileri de bu duruma düşürdüyse  bir köye de yeterdi. Onları böyle görmek bir nebze hoşuna gitti. Elindeki  bastonu kapının kirişindeki oval bastonluğuna koydu. Gelişi güzel omuzlarına bıraktığı kalın paltosunu, bir hamleyle yere fırlattı. Nasıl olsa onu yerden kaldıracak  birileri etrafında hep vardı ki saniyesine Lütfiye kadın yetişip astı.  Halası ve bacısı sofranın başında onu bekliyordu. kendisinden büyük olduğu halde yıllardır kendileriyle yaşayan, fakat evin içinde hiçbir hükmü olmayan halasının dün geceden beri telaşını görmüştü. Fakat boş bakışları ile   yüzüne bakan bacısının tepkisizliği yatışan sinirini tekrardan hoplatmaya yetmişti. "Ortalık yangın yeri olmuş herkes felaketin peşinde, bizim donuk bacı dili lal ancak boş boş baksın" Kapısı açık odaya bunları söyleyerek girince halası ayağa kalktı. “ hoş geldin geç karnını doyur “ diyerek karşıladı. Onu duymadı bile. Esengül ne ayağa kalktı ne de hoş geldin dedi. "Ne yapmamı istersiniz Halil ağam. Kaç kişiye tekme atıp yerde sürümemi yada kaç kişiyi sağır bırakacak kadar dövmemi." Diyerek sofrada öylece bekledi.  Halil ağa kendisinden oldukça küçük, eskiden tekne kazıntısı diye bahsettiği kardeşinin son zamanlarda ki dik başlılığı canını sıkmaya başlayınca yeniden sinirlendi. "Senin için sönmüş. Damarından kan aktığına bile şüphe duyarım. Bende hata ki senin gibi kardeşten vah beklerim. " derken konuyu kapatmaktı derdi.. Başında bunca dert varken birde bu kızın sinsi bakışlarını, arı gibi sokan dilini hiç çekemeyecekti. Şayet milletin ağzında  “ Kendi bacısına dahi sözü geçmiyor” korkusu olmasa ümüğünü sıkıp susturur da şimdilik göz ardı etmeye, suyuna gitmeye çalışıyordu. “Vah çeksem sanki birileri duyacak. Duyanların kulağını sağır eden sen varken, bülbül gibi şakısam ne fayda  " diye cevap verdi Esengül. Anlaşılan susmaya hiç niyeti yoktu. Kimden nasıl bir güç aldıysa bunu karşısında sinirden köpüren adama açıkça belli etti.  Halil ağa eline yenice aldığı kaşığı siniye öyle bir fırlattı ki yanında bulunanların ağzından korku nidası aynı anda yükseldi. Esengül yine oralı olmadı.     “ Sesini kes! Yemeğini ye. Senin sıkını çolaktan çıkartma bana! “ diyerek tehdit ettiği kişi öz halalarından başkası değildi. Esengül ağabeyinin yaptığı türlü eziyetlerle baş edebilirken malesef halasının gücü yetmiyordu. İblis de onun bu zaafını çok iyi biliyordu.    Esengül’ün sesi sanki  bir bıçak darbesi ile anında kesildi. O lafın üzerine kimseden çıt çıkmadı. İblis  dışında kimsenin de karnı doymadı . " dünden ötürü çok yorgunum o yüzden yatıp dinleneceğim. Tek bir çıtırtı duyarsam yakarım canınızı.  Erkenden yatıp zıbarın" diyerek ayaklandı. Bastığı tahta zemini gıcırta gıcırta  odasının yolunu tuttu. Arkasından halası”  şunun üstüne gitme be yavrum. Kaç kez söyledim sana “ diye söyleyince Esengül halasının ne denli korktuğunu bir kez daha gördü.   Ortalık süt dökmüş kedinin hâline döndü. İçlerinden geçirdikleri belliydi. Duaları aynıydı. Fakat gerçekleşmesi için ne güçleri be de cesaretleri vardı.  Olmayan iştahları kaçtı. Daha fazla bir şey demeden birbirlerine, sofrayı ortada bıraktıkları gibi aldıkları emri yerine getirmek için odalarına geçtiler.   .........   Esengül odasına gireli tam tamına dört saat kadar olmuştu. İki gündür yaşadıklarını düşünmekten bir türlü uykusu gelmemişti. Saat gece yarısını yarım saat geçmesine rağmen halen eline meşgale olsun diye aldığı el işiyle uğraşıyordu.  Penceresinin önünde ağaçtan bir sedir vardı. Üzerinde kaliteli kumaşlardan dikilmiş etekli bir örtü ile kendi elleriyle işlediği etamin kırlentler diziliydi. Her daim oturduğu köşesi burasıydı. Karşısında dimdik duran Demirkazık dağı ise en yakın arkadaşı. Eğer boynu ağrıdan çatlama derecesine  gelmeseydi sabaha kadar oturduğu sedirde işlerde işlerdi. Başını kaldırıp boynunu rahatlatma hareketi yaptıktan sonra elindeki iğneyle son hamlesini yaptı, ipi düğümledikten sonra dişlerinin arasına alıp koparttı  Yaptığı işi dizlerine koyup baktı. Gözlerine inanamadı. Normalde annesinin sevdiği şeyleri yani Yusufçuk kuşlarını yahut pembe güller işlerdi. Fakat ne olduysa elindeki kasnağı bitirip baktığında, gözleri kocaman açıldı. Bunu kendisi mi işlemişti?. O gördüğü adamın olmayan yüzü tam karşısında, senin ellerinden çıktım diyerek kendisine bakıyordu. Başına sardığı ve yüzüne doladığı simsiyah kumaşı, aynı rengi taşıyan iplerle şekillendirmişti. Tek renkli ipi gözlerde kullanmıştı. İki kocaman halkanın içleri mavi, dışı beyazdı. Zihninin yorgunluğuna lanet etti. Bu da neydi şimdi. Kasnaktan kurtardığı kumaşı eline aldığı makasla paramparça etti. Sanki zihninde ki görüntüyü silercesine kumaşı paramparça etti. Dizlerine dökülen kumaşları avcuna doldurularak ayağa kalktı ve odasının içinde yanan sobanın içine bastı. Kafayı yemek üzereydi. Düşünmeyecekti. Asla ve katiyen. Kendini telkin ettikten sonra diğer malzemeleri de toplamak için tekrar pencere önünde duran sedire doğru yürüyordu ki yorgun zihni bu kez fark ettiği başka bir gerçekle, ayaklarının o yöne hızlanmasını sağladı. Kaç dakikadır avluyu dört dönen köpeklerin sesleri de gürültüleri de birden kesilmişti. Tahta penceresini aşağıdan yukarıya doğru ittirerek kaldırdı. Başını uzatıp ses var mı, diye dinlemeye başladı. Ortalıkta ne bir ses ne de, köpekler gözüküyordu. Buna adamlar da dâhildi. Aklına gelen şeyle birden haraketlindi. Eğer hislerinde yanılmıyorsa, düşündüğü şeyi kendi gözleriyle görmeliydi. Oysa az önce düşünmeyeceğim diye kendisine kızmıştı. Başını geri çekip penceresini tekrar kapattı. Dolabından önü açık, topuklarına kadar inen  kalın kadifeden dikilmiş kışlık paltosunu,   geceliğinin üzerine geçirdi. Açık saçlarını bağlama gereği duymadan, üzerine gül kurusu ipek şalını gelişi güzel atıp çıktı.   Ara hollerinde de yanan sehpanın üzerinde ki çırayı ses etmemeye çalışarak eline alıp yürüdü. Ağabeyinin odasının önünden geçerken  durdu. kulağını kapıya dayayarak sessizce bekledi. İçeriden gelen ağır horlama sesleri onun ağır uykuda olduğunun kanıtıydı. Dış kapıya ulaşıp, ayakkabılarını giydi. Elindeki çırayı kapı ağzında bırakarak ayın ışığına güvenip kendini avluya bıraktı. Gecede felâket kar soğuğu vardı. Üstünü sabitledi. Ne yapacağını kestiremeden ilerledi. Ortalıkta in cin top oynuyordu. Evin avlusu  iç içe dört  kerpiç duvarlı bölümden oluşuyordu. Birincisi evin bakımlı ve süs havuzlu bölümüyken, büyükçe bir yere sahipti. Diğer iki avlu meyve ve sebze bahçelerine açılıyordu. En büyük avluda ise onlarca çeşit hayvanların olduğu bölümden ibaretti. Hangi yöne gideceğinden önce kararsız olsa da sonra ayaklarına güvenerek, ahırların olduğu tarafa yöneldi. Her an karşısına biri çıkabilir korkusuyla mümkün olduğunca ses çıkarmamaya gayret gösterdi. Duvar dibinde, ellerini sürerek ilerledi. Köpeklerin hırıltılı seslerini duyunca aniden durdu. Korktuğu başına gelmiş olmalıydı. Görmeyi istemediği görüntünün aklına gelmesiyle, kalbi yerinden çıkacakmış gibi atmaya başladı. Köpekler bir şeyi parçalıyor ve ağızlarında geveledikleri kemik sesleri tüylerini ürpertiyordu . Yoksa bu aç itler kurtulmak isteyen köylüleri afiyetle midelerine mi indiriyorlardı. Soluğu hızlanınca kendine sakin olması gerektiğini hatırlattı. Bir kaç dakika eli kalbinde bekledi. Biraz sakinleşince yüzünü duvarda açılan küçük deliğe çevirdi. Baktı. Tam da tahmin ettiği gibi, ağızlarında et parçaları sarkıyor ve yerde ki her ne ise onu çekiştirerek parçalıyorlardı. Çığlık atmamak için elini ağzına kapattı. Gözlerini yumdu. Kalkan midesinden ağzına gelen acı suyu bastırmaya çalıştı. Emin olmak için bir kez daha oyuktan bakınca, parçaladıkları o şeyin bir ineğe ait olduğunu gördü. Sevinse mi korksa mı bilemedi. Bu hayvan nasıl çıkmıştı ahırdan. Köpeklere yem olana kadar hiç mi sesi çıkmamıştı. Ahırdan görevli aile neredeydi. Etrafta ki adamlar neredeydi. Bir duvar ardında olup biten vahşeti izlerken aynı zamanda, soruların cevabını almak için gözleriyle  etrafı  kolaçan ederken, ahırın kapısında gördüğü haraketlilik eliyle ağzını kapatması aynı anda oldu. Diğer eliyle duvardan güç aldı. Gecedir  zihnini meşgul eden o adam sırtında birini taşıyarak dışarı çıktı. Zannederse bugün ağabeyinin ahıra kapattığı köylülerden biriydi. İneklerin çayırlığa rahat çıkmalarını sağlayan arka kapı açıktı. O tarafa doğru ilerliyordu. Kapı ağzında duran at arabasına yaralıyı yatırırken, arkasından diğerleri de yarı baygın vaziyette hemen arkasındaydılar.   Hepsi teker teker arabanın üstüne yavaş adımlarla ve sessizce yerleşti. İçlerinde en sağlam olan atın yularını tuttu. Kara peçe parmağıyla yolu gösterirken, bir şeyler söylüyor fakat fısıltılı çıkan sesinden ötürü Esengül duyamıyordu. Kendisi üzerine binmeden atın arkasına vurdu, arkalarından bakarak ilerleyişlerini izledi. Eğer ağabeylerinin adamlarına yakalanmazlarsa hepsi kurtulmuş sayılırdı. Adam onları, Esengül de yakalanmamaya gayret göstererek onu izledi. Niçin onlarla gitmemişti. Ne yapmayı planlıyordu merakla bekledi. Köylünün kurtulduğundan emin olmuş olacak ki elleri belinde sanki babasının çiftliğiymiş gibi rahatça ahıra tekrar girdi. Esengül bulunduğu yeri hiç değiştirmeden, yarı soluk alır vaziyette adamın tekrar çıkmasını bekledi.  Diğer küçük avlu da karnı doyan köpekler leşi ortada bırakmış, etrafında dinlenmeye çekilmişti. Neredeyse on dakika kadar uzun bir süre olmuştu ve bu lanet adam hala çıkmamıştı. Bulunduğu yerde baktığı oyuktan sadece ahırın kapısını görebiliyordu. İçinde neler olup bitiyor, göremiyordu. Daha fazla beklemeye tahammül edemeyeceğini anlayınca, merakına yenik düştü. Duvarın dibinden, ses çıkarmamaya gayret ederek ahırın arka tarafına doğru yöneldi. Yarısı naylon kaplanmış pencerenin kıyısından gözetlemeye başladı. Bu gece yaşadığı hiç bir şey gerçek olamazdı. Çünkü gördükleri gerçek dışı büyük bir katliamdı. Onlarca hayvan yerde boğuk sesler çıkararak yatıyordu. Hepsini zehirlemişti. Hepsini. Büyük küçük elliye yakın inek yerde inim inim inlerken ayakta kalan sadece üç tanesiydi. Vicdansız adam elindeki torbayı sağlam olanların önüne serpiştirdiğinde Esengül daha fazla tahammül edemedi ve geri geri gitmeye başladı. Lanet şansı her zaman ki gibi onu yine yarı yolda bırakmaya yetti. Ayağı plastik bir kovaya girerek kırılma sesi çıkarttı. Yüzü gizli adamın dikkati anında pencereye çevrildi ve naylonun arkasında ki gölgeyi fark etti. Esengül göründüğünden emindi. Uzun paltosunun ucuna dolanan dikenli otlara aldırmadan adımlarını hızlandırdı ama başaramadı. Belinden tutulduğu gibi , ağzı kapanarak ahırın içine doğru sürüklendi. Hayvan pisliği sinmiş ve zehirli siyah eldivenli eller, nefes almasını engellerken, ayakları ile ses çıkarmaya çalıştı ama başaramadı. Ölecekti ve buna adı kadar emindi. Hem de yıllarca ayağım kirlenir diye ayak basmadığı şu ahırda. Sırtı adamın göğsündeydi. Lanet adam bir eliyle ağzını kapatırken, diğer eliyle belini sarmıştı. Bacakları dersen kilit görevindeydi. Kurtulması oldukça zordu. “ sakin ol. Eğer akıllı bir kız olursan elimi çekip sana fırsat vereceğim. Yok olmaz isen seni de şu inekler gibi zehirlerim “ diye kulağına fısıldayınca adam hızla başını salladı.   Başını sallayarak karşılık verince, ağzına kapanan el yavaşça geri çekildi. Sonra vücudunu saran diğer eli gevşedi. Esengül elini boğazına götürerek soluğunu dizginlemeye çalıştı.  Aynı zamanda bedenini olabildiğince adamdan uzaklaştırdı. Kendine gelir gelmez yönünü adama çevirdi. Bakışlarında öfke vardı fakat  merakı ağır basıyordu.. Yüzünü yine aynı kara bezle kapatmıştı. Sadece gözleri gözüküyor ve giydiği her şey siyah ve boldu. Demek ki yüzünü gizlediği gibi tipini de gizliyordu. “ kimsin sen. Derdin ne bizimle “ diye sordu. Korkmadan. Sanki karşısında her gün konuştuğu biri varmış gibi. Adam karşısında, kendisinden böyle soğuk kanlı bir davranış beklememiş olacak ki anlık kaşlarını kaldırdığını gördü. “ Azrail’inizim belli olmuyor mu" diye karşılık verdi. Alay ettiği ise kelimelerinin gevşekliğinden belli oluyordu.  O da alaya aldı. Kalbi korkudan mı yoksa düştüğü durumun adrenalinden mi nedir yerinden fırlayacak gibi atarken  belli etmemeye çalışarak soğukkanlılığını korudu. “ Azrail olduğun pekâlâ görüntünden belli belli olmasına da masum hayvanların canını almakla mükellef olduğunu duymamıştık “ dedi. “ iyi duymuş oldun! Görmüş de oldun. Şimdi geldiğin inine sessizce ruhunla mı gitmek istersin yoksa onu, zamanında puşt ağabeyine masum insanların hayvanlarından ne istiyorsun diye sormadığın ineklerin yanında mı bırakırsın” diye cevap geldi. İşi bitmemiş olacak ki ağzından çıkan sözcükler aceleciydi. Esengül hiç üstüne alınmamış pozu kesti. Hem de burnunu havaya dikerek. Öldürecek adam çoktan öldürür seçenek sunmaz düşüncesiyle. “ hayvan cenneti tercihlerim arasına girmiyor” dedi. Zaman daralıyordu. Bugünlük kurduğu planın son aşamasına gelmişken adam, karşısında ruhu çekilmiş aptal bir kızın merakıyla uğraşamayacak kadar yorgun ve sabırsızdı. Korkusunu belli etmeme çabasını görmese belki inanırdı anlamsız dikleşmesine. Saniyelik planı önce kızın korkusunun üzerine gidip onu defetmek sonra da kapıyı çektiği gibi geldiği yönde uzaklaşmaktı. Hâlâ bağırıp çağırmadığına göre demek ki onu ele vermeye pek niyeti yoktu. Uzaklaştırdığı bedenini yeniden yaklaştırdı ve titreyen ince kola uzanıp tuttu. “ öyleyse gel şuraya da ben seni kendi cennetimde ağırlayayım “ diyerek köşeye çekti. Esengül ün gözleri kocaman açıldı. Kolunu kurtarmaya çalıştı. “ şiştt sen gel şöyle bak “ dedi tekrar.  Esengül ölümden değil de böylesinden korktuğu için artık gizleyemedi. Bağırmaya çalıştı. Yeniden ağzı kapatıldı. “ Hayırdır az önce tercih sunuyordun ne oldu şimdi “ Adam güçlüydü. Hem de çok. Refleksleri kuvvetliydi. Kapan gibi sıkıştırınca ne konuşabiliyor ne de kurtulabiliyordu. Kafasıyla yüzüne vurmaya çalıştı. Başardı. Adam anlık elini yüzüne götürünce bu kez tekme attı. İki eliyle de ittirdi. Bütün bunlar anlık alıyordu ve adam iki adım geriye doğru sendeleyince, duvara çarptı. Tam tepesinde asılı olan tırpan çarpmanın etkisiyle omuz hizasından aşağı düştü ve kumaşla birlikte kolunun tam üst derisini kesti.         
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD