Deniz, kadının sesi ile elini dayısının yakasından çekerken halen ağlıyordu.
"Kim oyuncağını aldıysa versin şu kızın! " derken, bakışları küçümseyiciydi Ceylan'ın. Ne curetle onunla alay ettiği o an umurunda olmasa da Deniz'in, o kadının bakışlarının altında dayısına baktı. Kimine göre bir hayat, kimine göre de balık kokulu olan kıyafetleri ile eşyaları bir an önce gelmeliydi.
" Kerim, ne istiyor bu? "
" Şey, Ceylan Hanım! "
" Ney Kerim, şeyli cümleler kurma bana. "
" Semiha Hanım eşyalarını at demişti , Deniz de şimdi eşyalarını geri istiyor. "
Ceylan, tepeden tırnağa süzerken genç kızı kendisine göre fazlaca yetersiz ve gösterişsiz bulduğu gerçeği ile keyiflenerek daha da emin oldu kendinden ve:
" Burada böyle bağırılmaz küçük hanım, efendi olmak zorundasın. Eşyaların için çıkardığın yaygaranın eşyalarına değmediği; üzerindekilerden fazlaca belli zaten. Şimdi, rica ederim odana çık ve sana söylenilenleri yap. " diye konuştu.
İster öcü bakışlı olsun ister şeytan, kimsenin kendisi ile böyle konuşmasına izin vermezdi Deniz, öfke ile üzerine saldırmamak için kendini zor tutarken:
" Sizin burada eşyalarınızın değeri; verdiğiniz parayla ölçüyor olabilir; ancak, benim eşyalarımın değerinin parayla uzaktan yakından ilgisi yok. " diye çemkirirken dayısına dönüp:" Eşyalarım buraya gelecek. " diye göz dağı verdi. Bağırıyor olması, ya da herkese kendini ifade ederken inatçı bir çocuk gibi ayaklarını yere vurması onu alacağı tepkilerin değişme ihtimaline karşı korkutmuyordu, Deniz bildiğini okumakta ısrarcıydı.
" Deniz, yapma ne konuştuk seninle? "
"Sen konuştun, ben değil; şimdi de ben konuşuyorum: valizim neredeyse gelecek, gelecek diyorum anladın mı gelecek?"
****
Olduğu yerde istediği alınmayan bir çocuk edasında tepinip duran bu kızın deli olduğuna şimdi emin olabilirdi, Murat. Üst katın merdiven balkonundan ona bakarken tam olarak annesinin Ceylan'a karşı aklı eksik bir kız bulmasını kurnazca buldu. Öyle ya o kızdan istedikleri şey akıllı olmasında, saklı değildi.
"Kerim ne oluyor? " diye seslenirken kızın tepinmeyi bırakıp yeşil gözlerini ona doğru dikeceğinden habersizdi, Murat. Yeni gelin bozuntusu o koca gözlerinin yüzüne büyük geldiğinden haberli miydi acaba?
" Hallediyorum hemen beyim? "
Murat, Kerim'in halledebildikleri konusunda ona güvenmemeyi halen öğrenememiş bir halde geri dönerken deli gelinin sesini duydu:
" Murat Bey? "
Kerim, öfkeyle tutarken kolunu umursamadı bile Deniz, boşta kalan eliyle gözlerini silerek, kendine bakan müstakbel kocasına doğru konuştu:
" Anneniz, valizimdekileri balık kokuyor diye çöpe attırmış. Ben kendi eşyalarımı istiyorum, balık kokuyor olsalar da onlar benim eşyalarım. Ben bir balıkçının kızıyım, benim evimin her köşesi deniz, balık kokar. Kokumuzu beğenmediler ise, alıp getirmeseydiniz beni. "
Kerim, yeğeninin daha ilk günden yaptıkları ile fazlaca mahcup iken, Ceylan keyifle gülümsedi ve merdivene yöneldi. Bu balıkçı kızının işi bitmişti işte, birazdan Murat cüretine öfkelenip onu kovacaktı. Beklediği sözleri duymak üzere hevesle merdivenleri çıkarken Murat'ın sesi duyuldu:
"Yunus, eşyaları nereye attı iseniz getirin verin. Bir daha da hiçbir eşyasına izinsiz dokunmayın. "
Yunus, izlediği filmin mutlu sonuna çığlık atmak isterken, evin çalışanları olan aile bireylerinin tebessümleri arasında güzel gelinin yaşlı gözlerine baktı ve içinden:
" Zafer senin küçük gelin! " dedi.
***
Deniz, Sultan ile birlikte kıyafetlerini yerleştirirken içlerinden birini kadının burnuna doğru uzatıp:
" Allah'ını seversen Sultan teyze, hangisi balık kokuyor? Bunlar kokuyu nerelerinden alıyorlar? " diye sorunca kadın ekmek yediği aile hakkında asla arkalarından konuşmayacağı için gülümsedi sadece. Deniz, kimin ne dediğini umursamayarak sarıldı kıyafetlerine:
" Hepsi babam kokuyor, Rüzgar kokuyor. " dedi.
Sultan, aslında bir mecburiyetin onu buralara getirdiğinden habersiz ama buna emindi. Yoksa, onun kadar güzel bir kız böyle bir evliliğe asla evet demezdi. Kimsenin kabul edemeyeceği gerçeklere gebe bir hayatın içinde, savunmasız bir genç kız için, kendi evlatlarına karşı taşıdığı şefkati taşıyarak bakıyordu; sebepsiz ama içten gelen bir duygu ile.
"Gene de sen, Semiha Hanım'ın aldırdıklarından giy. Birazdan hoca gelecek nikah kıyılacak, yıkan, rahatla... "
Hoca gelip nikah kıyacaktı ama kimse ondan nüfus cüzdanını almamıştı. Resmi nikah ne zaman kıyılacaktı? Az önce kocası annesinin emrine karşı gelip ondan tarafa olmuştu ya her şeye daha olumlu bakıp artık nikah faslını düşünebilirdi.
" Resmi nikah da yarın mı? "
Sultan durakladı bir an, kızın onunla alay edip etmediğini tartmaya başladı. Bu soruyu soran kişi hiçbir şey bilmeden gelmiş demekti. Kerim bunu kendi yeğenine nasıl yapmış olabilirdi, yok kesinlikle; bu küçük gelin onunla alay ediyordu. Gene onu kırmamak için tebessüm etti:
"Allah katında karı koca olduktan sonra ne önemi var, resmi nikahın falan. " dedi.
Hafif beyazlamış saçlarını sımsıkı toplamış üzerine de saçlarını açıkta bırakacak bir örtü örtmüştü Sultan. Fazlaca iyimser bir ifadesi var diye içindekileri tutabilir miydi Deniz? Tutmayacak ve salacaktı:
"Seni kocan böyle kandırdı sonra da nikah kıymadı mı yoksa Sultan Teyze? "
Kadın, şaşkınca gülerken:" İlahi gelin hanım, bizim nikahımız mı kaldı kırklandık yahu biz? "diye cevap verdi.
Deniz o an karar verdi ve bu kadını sevecekti.
***
Deniz, banyonun aynasının önünde saçlarını kurularken, Sultan'ın ona gelinliğe benzesin diye giydirdiği dantelli beyaz elbisesine bakıyordu. Üzerine birebir oturan elbiseyi gelinliğinden bile daha çok sevmişti. Kuruyan saçlarını omuzlarının üzerine salarken çıktı banyodan ve giyinme odasına geçti. Dolapların sadece tek rafında adama ait olduğunu düşündüğü bir kaç çamaşır vardı. Elbette insanın kendi dolabında olması gerektiği kadar değillerdi ama gene de bunun üzerinde pek de durmadı Deniz. O adamla bugün resmen evlenmeyecek olmalarını kar sayıyordu sadece. Henüz onun koynuna girmek istemediğine emindi. Aslında bunu daha önce de düşünmüştü, hiç tanımadığı birinin kendine dokunmasına nasıl müsaade edeceğini. Elbette, gözlerini kapayarak geçiştirici bir çözüm bulmuştu ama sonra adamla bakışmanın problem olmadığını, asıl problem olanın kendine dokunulmasına izin vermekte olduğunu biliyordu.
"Gelin Hanım? "
Deniz, Sultan'ın sesi ile hazır olduğunu söylemek üzere çıktı odadan. Sonra onun komutlarıyla akşam yemeğini bile odasında yediği için neredeyse ilk kez odasından çıkıp kadının peşinden geniş bir salona geçti. Gösterişli eşyalarla döşeli salon evin belli misafirler için açıldığı küçük salonlarından biriydi. Deniz, içeride ki insanların yüzüne bakmaktan imtina ederken dayısını duydu bir kez daha.
"Gel şöyle. "
Onun yanında yere otururken önce karşılarına cübbe giymiş bir adam oturdu sonra da iki yanına önce dayısı sonra da Sultan'ın kocası olduğunu öğreneceği adam oturdu. Tek eksik damattı ve o da hemen akabinde açılan kapıdan geçip, tek söz etmeden Deniz'in yanına oturdu. Hoca, dua okumaya başladığında bir an dönüp az sonra kocası olacak adama baktı Deniz. Adam bulunduğu duruma kayıtsız gibiydi, mimiksizdi ve ne düşündüğünün anlaşılması imkansızdı. Saatler önce fedai gibi yetişmiş ve eşlarının verilmesini emretmişti. Sırf bu yüzden bile onu sevebilirdi ama bu sevgi bir ömre yeter miydi onu bilmiyordu? Bir ömrü de nereden çıkarmıştı şimdi? Sonsuza kadar diye gelmemişti ki buraya, neydi slogan babam iyileşene kadar; işte bu kadar! Gözlerini hemen çekti adamdan ve hocayı dinlemeye başladı. Hem o kadar yakışıklı da değildi, hatta biraz iri yarıydı, koca omuzları vardı tıpkı babası ile Rüzgar gibi. Gerçi onlar kürek çekerek kas yapıyorlardı ama... Kas mevzusuna ne zaman gelmişti? Kendi içinde mevzuyu kapadı ve nikaha adapte oldu.
Az sonra Murat da çevirdi bakışlarını deli geline. Ne demişti balık kokan kıyafetleri için? Hatırladığında belli belirsiz tebessüm etti, Murat. İnsanın deli karısı olunca demek ki ara ara böyle kendi kendine güldüğü de olacaktı. Deli gelinin balık kokusu... Neyse ki balık seviyordu, onunla aynı odada geçirdiği geceler için bu durum pek rahatsız edici olmayacaktı.
***
Deniz, biraz sonra odasında yatağın ucunda oturuyordu. Nikah biter bitmez ona odasına gitmesi söylenmişti. Sürekli ne yapacağını söyleyen insanlar arasında yaşamak zor olsa da alışakcaktı Deniz. Sahi buna bile mi alışacaktı? Eşyalarının arasına koyduğu telefonuna çevirdi bakışlarını, evdekiler halen aramamıştı. Zaten Rüzgar ölse aramazdı, annesi de muhtemelen ağlarım dayanamam diye dayısını aramıştı. Ya da büsbütün unutmuşlardı onu, bir günde hemencecik.
"Saçmalama! " diye bağırınca kendi kendine hızla doğruldu yerinden ve odanın içinde volta atarken derin derin nefes almaya başladı bir yandan da konuşarak:
" Unutmazlar aptallık etme, bir kaç güne Rüzgar da bırakacak küslüğü, arayacak seni, özledim diyecek, sabah attığı ağdan topladığı balıkları sayacak. Sen gittin bereket geldi denize diyecek, uğursuz diye alay edecek."
Bunların olmaması aklını kaçırmasına neden olur muydu? Ailesini bu kadar özlemişken, evet tam olarak bir gün bile geçmeden özlemişti...
"Allah'ım ne olur affetsin Rüzgar beni, ben onsuz yapamam ne olur Rüzgar sende bensiz yapama hadi inatçı keçim yapama! "
Kendi çırpınışları arasında kapının açıldığını duymamıştı bile taki Rüzgar için ettiği duaların arasından:
" Rüzgar kim sevgilin mi? " sesini duyana kadar. Deniz, hızla arkasına döndüğünde Murat'ı görünce korkuyla:
" Senin burada ne işin var? "diye sordu. Sorusunun cevabından da ölesiye korkuyordu.