1-RÜYA
Yazardan...
Yıllar sonra huzurlu bir sabaha uyanmıştı. Hayatı boyunca bu kadar heyecanlanacağını düşünmemişti. Şu an o kadar huzur doluydu ki içi…
Mutluluktan havalara uçabilirdi. Yatağından hızlıca kalkarak boy aynasının önünde nefes nefese durdu. Eteklerinin uçlarından tutarak neşeyle gözlerini kısarak etrafında tur atarken dudaklarından kaçan sevinç nidaları ona eşlik ediyordu.
Bu sabah tarihe yazılmalıydı çünkü dün gece gördüklerinden sonra yeniden doğmuş gibiydi. Sevinç nidaları atmaya devam ederken odasına kapıyı tıklatmadan giren kız kardeşinin şaşkın bakışlarıyla karşılaştı.
“Keçê(kız) ne oldu sana?” Ablasının tuhaf davranışlarına bakmaya devam etti. Sesi aşağıya kadar geliyordu. Onu yıllar sonra bu şekilde görmek değil onu herkesi mutlu edecekti.
“Gördüm… Onu gördüm Zere!” Bunu söylerken bile boğazı düğüm düğümdü. Zere anlamayarak kaş çattı.
“Kim? Kimi gördün ?”
“Ararat… Ararat Aslanoğlu’nu gördüm!”
Artık sesinde sevinç naraları yoktu. Ne zaman bu ismi ansa sanki yüreğine koca bir kaya oturmuş gibi hissediyordu. Yüreği bu isimle paramparça oluyordu.
Zere işittiği isimle nefesini tuttu. Ablası hâlâ unutmamıştı. Unutmayarak kendine zarar vermeye devam ediyordu. Yıllar sonra ilk defa bu sabah yasını bitirip kahkaha atarak gülmüştü.
Bunun sebebi yine ölen asker sözlüsüydü.
Çünkü Jiyan Demirhan yıllar sonra ilk defa dün gece rüyasında sevdiği adamı görmüştü.
Bugün onun düğün günüydü!
“Babamın yanında böyle konuşup onu yine üzme abla olur mu?” Zere ölen eniştesinin ardından ablasının yaşadığı zor süreci küçük olmasına rağmen çok net hatırlıyordu.
Ablasının babasının kolları arasında ağlamalarını, psikolojik olarak çöküşünü tüm aile onunla birlikte perişan olmuştu. Yıllar boyunca girdiği yastan çıkmamıştı. Hatta dışarıya bile hiç çıkmamasını, kimseyle bir irtibata bile girmediğini en yakından şahit olmuştu Zere. Hatta ve hatta şunu çok net hatırlıyordu.
Bir gün okuldan bir arkadaşı evlerine geldiğinde ablasını gördüğünde çok şaşırmıştı. En yakın arkadaşı nerdeyse evindeki herkesi görmüştü fakat Jiyan ablasını yeni görmüştü. Bununda sebebi ablasının yıllar boyunca kendini herkesten sakladığıydı. Asker de ölen sözlüsünün ardından avluya dahi inmeyen bir kadına dönmüştü. Bu yüzden bu sabah onu neşe içerisinde görünce şaşkınlığını gizleyememişti.
Ablasının güzelliğine bakıp hayran olurdu hep. Çünkü ablası hiçbir zaman güzelliğinden ödün vermemişti. Kömür karası gözleri, hokka burnu ve yanağının kenarındaki çukur onu eşsiz bir güzelliğe dönüştürüyordu. O hep kürt kızlarının bile övdüğü güzeller güzeli Jiyan Demirhan’dı.
Babasının gözbebeği, kendisinin bir tanesi, Asker Ararat’ın şiir gözlüsü…
Ve Jiyan Demirhan, Mardin’in saklı incisiydi.
Jiyan'ın ağzından…
Zere’nin ne demek istediğini anlamıştım. Bu evde babamı en çok ben üzmüştüm. Onu yüzüme sesime hasret bırakmıştım. Ararat’ı o da çok severdi. Benden iyi tanıyordu. Zaten bizi tanıştıran babam olmuştu. Ararat bizim komşu çocuğu, babamın ise arkadaşının oğluydu. Ben daha onu 16 yaşımda tanımış 17 yaşımda ona âşık olmuştum.
Ona âşık olmadan evvel aşkın bu derece güzel ve kutsal bir duygu olduğunu asla tahmin etmezdim. Lakin bir taraftan en acı duygu olduğunu da anlamıştım. Bunu bana o göstermişti. Onun gidişini yıllar geçmiş olmasına rağmen kabullenemiyordum.
O ölmüş olamazdı ki? Hem kim sevdiğinin ölümünü kabullenirdi? Sizler sevdiğinizin ölümünü kabul eder miydiniz? Bir sabah aniden kapıma gelen ölüm haberini ölsem dahi kabullenmem. Biz daha evlenecektik, gelinliğimi bile beraber seçmiştik.
O askerden döner dönmez evlenme sözünü vermiştik. Beyaz gelinlik giyeceğim derken üzerime beyaz kefeni saracaklarını bilemezdim… Kaderin bizi ayıracağını nerden bilebilirdim ki.
Bizi ayıran insanlar değildi kaderdi.
Zere gözlerimin içine bakmaya devam ediyordu. Benden bir yanıt bekliyordu lakin ona ne diyeceğimi bilmiyordum. Ailemi üzdüğümün farkındayım zira Ararat’ın ölümüyle beraber beni de yanına gömmüşlerdi. Bu topraklarda gelinliğimle gezmek isterken kefenimle evimde otuyordum. Yaşayan bir ölüden farkım kalmamıştı.
“Hadi abla herkes sofra da. Sen de gel bu sabah bizle kahvaltını yap, lütfen.”
Benden bir yanıt alamayınca pes etmişti Zere. Ailemle uzun zamandır adam akıllı sofrada oturup kahvaltı etmemiştim biliyor musunuz? Kendime çektiğim işkence yetmemiş gibi evdekilere de işkence çektiriyordum.
“Bu sabahın şerefine gel be abla?” Yüzüme büyük bir hevesle bakan daha on yedi yaşındaki kardeşime titrek bir bakış attım. Bu sabahın şerefine… Ararat’ı yıllar sonra ilk defa gördüğüm sabahın şerefi. Yüzümde ufak bir tebessüm oluştuğunda onu sadece başımı sallayarak onayladım.
Ararat’ın şerefine her şeyi yapardım ki ben.
Önden yürüdüğümde arkamdan kıkırdayan kardeşimin sesini duymamla tebessümüm genişledi. Kapımı usulca açtım. Yüzüme vuran Mardi’ın yakıcı güneşiyle gözlerimi istemsizce kıstım. Biliyor musunuz? Mardin’i onun için seviyordum.
Kapıdan çıkıp merdivenlere doğru yürüdüm. Arkamdan koşarak koluma giren Zere ,“Ay abla babam çok sevinecek.” Dedi mutluluktan uçarcasına.
Onu duymazdan gelerek iki katlı konağımızın alt katına doğru inmek için merdivenlerden yavaş yavaş indim. Avlumuzdan gelen, uzun zamandır uzak kaldığım seslere kulak kabarttım. İlk annemin sesini duydum. Sanırım her zamanki gibi yine babama benim neden dışarı çıkmadığıma yakınıyordum.
Zere de duymuş olacak ki kulağıma fısıldadı.
“Ay seni görünce çok sevinecekler.”
Merdivenlerin sonuna geldiğimizde çardakta masanın başında oturan babamla göz göze geldik.
“Süprizzz!”
Zere’nin çılgın sesiyle masadaki abim ve dedem de bana dönmüştü.
“Jiyan, kızım.” Babamın ince bir tınıdaki seslenişi ciğerimi yakmıştı.
“Keça mın.”Annem babamdan önce koşarak yanıma geldi. Beni kolumdan tuttuğu gibi sarıldı. Sanki gurbette olan kızını ilk defa görmüş gibi koklayarak sarılmıştı bana. Gerçi öyle de değil miydi zaten?
“Roniya Çawemin( Gözümün nuru)”
Babamın ayağa kalkıp yanıma gelişi, gözlerinin doluşuyla gözlerimden istemsizce bir yaş akmıştı.
Ailemi çok özlediğimi şimdi fark etmemle babama ben de sıkıca sarıldım. Babam ağladı ben ağladım. Babam benim gözümden dünyanın en iyi babasıydı.
Asla babası gibi değildi. Son derece kızlarını sever ve sayardı. Arkamda dağ gibi duran bir babam olduğu için çok şanslıydım. Bunun için ona minnettarım. Benden ayrıldığında yaşlı gözleriyle gözlerime bakıyordu. Onun gözyaşına kurban olurdum.
“Ağlama babam…”diyebildim hıçkırarak. Kırık bir tebessüm bahşetti bana. “Sen de bir daha yüzünü mahrum etme bizden.” Ben de onun gibi kırık bir tebessümle karşılık verdim. Söz veremezdim ama deneyecektim.
Alnımdan koklayarak öpüp kolunu omzuma attı ve anneme döndü.
“Sofradaki tabağını annen hiç kaldırmadı biliyor musun?” Anneme bakıp iç çektim. Bilmez miyim? Benim o sofraya oturmam için kaç gece ağladığını bilirim. Belki size çok acımasız gelebilirim ama inanın bile isteye kimseyi üzmem ben.
Sadece Ararat’ın ölümünden sonra aldığım nefes bile ona haksızlık sayılıyordu.
Abim de gelip bana sarıldıktan sonra sofraya geçip oturduk. Dedem yüzüme dahi bakmıyordu. Bu topraklarda sözü geçen otoriter bir adamdı dedem. Benim bir erkek için kendimi odalara kapatmama bile kızar ve hep kavga çıkarırdı.
Gerçi beni hiç sevmediği içindi. Zamanın da kızının oğluyla evlenmek istemediğim için bana yıllarca tavır takınmıştı. Ararat ile olmama bile çok karşı çıkmıştı. Bu yüzden ben de onun gibi onu yok sayarak ailemle yıllar sonra huzurla kahvaltımı yaptım.
En iyi yaptığım şeydi bu. Beni sevmeyeni, bana tavır takana bin mislini verirdim. Çok da kinci bir yapım var. Bana yapılanı asla unutmam. Neden unutayım hem?
Kim beni değersiz hissettirişe aynı değersizliği görür! İnsanları çok çabuk silen birisiyimdir. Bu huyumu kimse sevmese de ben seviyordum.
&&&&&&
Sabah kahvaltıdan sonra hiç odama girmemiştim. Babam bendeki bu değişikliğin sebebini merak etmiş olsa da o üzülmesin diye Ararat’ı rüyamda gördüğümü hiç anlatmamıştım. Hiçbir şey olmamış gibi Zere ve annem benle sıradan konuları açmış, onlarla sohbet etmiştik.
Daha sonra bu yaptığıma kendim bile şaşırırken bir vakit dama çıkıp hava aldığımda karşı evin damında gördüğüm kadınla kalbime iğnelerin battığını hissettim. Onu her görmemle acım tazeleniyordu. O kadın Ararat’ın annesi Gülruba teyzeydi.
Onun beni gördüğünden emin değildim zira onunla yüz yüze gelmekten delicesine çekiniyordum. Oğlunun öldüğü gün benim yanımdan bir an olsun ayrılmamıştı lakin ben ondan bile kaçıyordum.
Benim kimseyi görmeye tahammülüm kalmamıştı. Onun beni daha tam görmeden oradan hemen uzaklaştım. Aşağı merdivenlerden indiğimde abimin merdivenin ucunda hararetli bir şekilde biriyle konuştuğunu fark ettim.
Kimle böyle konuşuyordu? Bu hali garip gelmişti bana. Abim çok sinirli biri olmamıştı hiçbir zaman. Bu yüzden şaşırmıştım ve merak etmiştim bu halini. Ona dikkatle bakmaya devam ederken olayı çözmeye çalışıyordum.
Bağırdığını ve telefonunu sinirle kapatıp aşağı indiğini gördükten sonra ben de hiçbir şey anlamayarak avluya indim. Odama geçip kapımı kapattım ve bugünü böyle kapattığımı düşünerek yatağıma geçtim ve uzandım.
&&&&&&&
Saatin kaç olduğunu bilmediğim bir vakitte gürültülere uyandığımda ne olduğunu anlamayarak etrafıma bakındım. Gözlerimde hâlâ uyku akarken annemin ağlama bağırma sesini duydum.
Lakin bu sabahki gibi değildi. Korkudan yataktan ne ara ara kalkıp odamdan çıktığımı anlamadım. Bu normal değildi. Aşağıdan gelen bağırmalar git gide artarken aşağıya ne ara indiğimi hatırlamıyorum.
Gördüğüm tek şey karşımda abim ve elinden bir an olsun bırakmadığı bir kızdı.
“Ne yaptın sen Asaf?” Annemin dizlerine vurarak ağlaması babamın çaresizce abime bakıp tek kelime edememesi ve abimin gömleğindeki kan lekeleriyle bir rüyada olduğumu sanarak gözlerimi sımsıkı kapattım.
Lakin abimin söylediklerinden sonra değil bir rüya bir kâbusta olduğumu anlamıştım.
“Arin’i kaçırdım!”