İyi okumalar dilerim...
Melisa Bozok'tan anlatım...
Özgürlük;
Adım attığım sokaklar ezbere bildiğim hatta kahkahalarıma şahitlik eden yollardı. Şimdi aynı beton parçaları özgürlük geceme şahitlik ediyordu.
Soğuk havayı yine derince içime çekerken burnumun içi aniden yandı. Fakat bu his ilk kez tebessüm etmeme sebep oldu.
Sesiz haykırışlarım bitmişti. Artık sadece kendim için çılgınlar gibi gülecek ve eğlenecektim. Çünkü onurlu bir aşkın ayıpsız ayrılığını yaşamıyordum.
Aksine sapkınlığın rezilliğinden kurtarmıştım benliğimi. Ben bu ödülü çoktan hak ettim.
Yaklaşık üç yüz metre yürüdükten sonra Restaurante Patron'un önünde durdum. Derin bir nefes alıp tebessüm eden görevlinin açtığı büyük boydan camlı kapıdan içeri girdim.
Bakışlarımı vestiyer bölümüne çevirip tatlı genç kadına tebessüm ederek baktım.
"hoş geldiniz efendim".
Başımı usulca sallayıp gülümseyerek üzerimdeki deri ceketi ona uzattım. Ardından restoranın özel salonuna doğru çevirdim bakışlarımı.
İçim içime sığmıyordu. Yavaş adımlarla uygun bir masa bulup sandalyeyi çektim.
Tam oturacağım an genç ve yakışıklı oldukça yakışıklı bir garson yanıma gelip sandalyenin sırt kısmını tutup "yardımcı olayım efendim" dedi.
Yine sessizce başımı salladım ve sandalyeye oturdum. Kısa bir süre sonra bu defada elinde menü ile yanıma geldi aynı genç garson.
Sol göğsü üzerinde yazan isimliğe bakıp gülümsedim. "Sence ne yemeliyim Alberto?". Gülümseyerek "seçimi bana bırakın efendim" dedi ve menüyü elimden alarak ekledi. "Asla pişman olmayacaksınız".
Tekrar tebessüm ederek başımı salladım. Etrafımı incelemeye başladığımda ise içimden tek bir soru geçti. 'Tüm bu insanlar gerçekten de mutlu muydu?'
Belli belirsiz başımı sağa sola doğru salladım. Önüme açılan servisle irkilirken gördüğüm kadeh ile kocaman tebessüm yerleşti yüzüme.
Cava şarabı İspanyolların geleneksel içkisiydi. "Sanırım bu şarabı daha önce denediniz efendim".
Gülümseyerek cevapladım sorusunu. "Evet denedim hatta çok sevdiğim bir alkol çeşidi". Şarap servisini tamamladıktan sonra başka bir garson elinde geniş gümüş tepsi ile yanımıza geldi. Alberto üzeri yine gümüş kapaklarla kapalı olan servisleri masaya yerleştirip kapaklarını açtı.
Hazırlanan menüyü gördüğümde kıkırdamaya başladım. "Gerçekten pişman olmadım Alberto teşekkür ederim".
Bu söylemimde samimiydim. Pintxos Tapastsan ekmeği ve safranlı Risotto harika bir seçimdi. İştahla dudaklarımı yalayıp "Tanrı seni kutsasın Alberto. Minnettarım" dedim. Ve küçük kıtır ekmeklerden bir parça alıp üzerindeki kürdanı çıkartarak yemeğe başladım.
Nedendir bilmiyorum ama damağımı kaplayan her bir parça yiyecek dünyanın en kıymetli ve en lezzetli tatlarına sahipmiş gibi geliyordu. Bir yandan şarabımdan içiyor öte yandan muhteşem kokan Risottodan yiyordum.
Doyduğumu hissettiğim halde hala daha yemeğe devam ediyordum. O kadar güzeldi ki her şey bitmesini istemiyordum belki de.
Aradan geçen bir saatin ardından saatimi kontrol ettim. Artık Barça sokaklarına çıkıp daha fazla eğlenmem gerektiğini düşündüm.
Mekanlar yavaş yavaş dolacak ve sabaha kadar deli bir eğlence akışı sağlanacaktı. Buna ihtiyacı olan ruhum içten içe haykırırken başım sol tara çevirdim.
Alberto yanıma hızla gelirken gülümsedim ve "hesabı alabilir miyim?" diye sordum.
Aynı içtenlikle tebessüm ederek başını salladı ve servisleri hızla topladı. Kısa sürede gelen hesap kutusuna çantamdan dolgun bir ücret çıkartıp koydum.
Özgürlük gecem için bu bedel az bile kaldı. Memnun olmuş halde masadan kalktığım anda "mutlaka bir daha geleceğim yakışıklı genç" dedim ve özel solandan hole doğru yürümeye başladım.
Vestiyer bölümüne geldiğimde çantamı deste koyup "ceketimi alabilir miyim?" diye sordum. Genç kadın masa numarama bakıp hemen ceketimi uzatırken usulen onun da deskinde duran kutuya ücret bırakıp uzattığı ceketimi hızla üzerime giydim.
Tekrardan kendimi dışarı attığımda ışıkların aydınlattığı uzun yolda yürümeye başladım. Cafe&Bar tarzı bir yer aramıyordum. Tüm gece çılgınlarca eğlenebileceğim ve alkolün su gibi aktığı bir mekan arıyordum.
Aklıma 'Alquimia Barcelona' geldi.
Yer altında olan mekan muhteşem bir ambiyansa sahipti. Adımlarımı hızlandırıp caddenin sonuna doğru yürüdüm.
Bu gece her hangi bir araç kullanmayacaktım. Bu soğuğu ciğerlerime kadar hissedip özgürlüğün tadını doyasıya yaşayacaktım.
Her sokaktan Flamenko müzikleri yankılanıyordu. Buz gibi havaya rağmen ellerinde gitar başlarında geleneksel şapkalar ile sokakları dolduran müzisyenleri gülümseyerek izledim.
Bacaklarımın ağrıdığını hissettiğim an daha seri yürüyüp istediğim mekanın önünde durdum.
İki dev adam dışarıdan yaratık gibi duruyorlardı. Çekingen adımlarla onların yanına yürüyüp gözlerinin içine baktım.
Kapı anında açılırken derin bir soluk alarak içeri adımladım. Uzun ve dar koridordan yürümeye başladım. Mekan yeraltına doğru inerken loş ışıklar gözlerime ilişmeye başladı.
Mekanın girişine geldiğimde ise genişçe gülümsedim. Pek kalabalık değildi fakat şimdiden içimi saran heyecanla bar bölümüne yöneldim.
Bar taburelerinden bir tanesini çekip oturdum. Elimdeki çantayı deske bıraktım ve ceketi çıkartıp oturduğum taburenin sırtına astım.
Mekan yavaş yavaş dolmaya başlarken "merhaba güzel kadın. Ne içmek istersin?" diye sordu her yeri dövmeli olan ilginç adam.
"Klasik Martini".
Sorusunu yanıtlayıp çantamdan sigara paketini çıkarttım. İçinden bir dal alıp dudaklarımın arasına sıkıştırdım ve ucunu yaktım.
Klasik martini limon sucu ve kabuğu ile servis ediliyordu. Biraz sert başlamak istedim.
Kısa sürede istediğim hazır olurken sessizce önüme konulan kadehi parmaklarımın arasına aldım. Dudaklarıma yaslayıp bir yudum içerek etrafı incelemeye koyuldum. Dışarıdan izbe bir yeri andıran mekanın yeraltı hali muhteşemdi.
Işıklandırmalar, ses sistemleri, kullanılan her aksesuar kaliteli bir yer olduğunu gösteriyordu. İlk kadehim bittikten sonra bu sefer martini recipes istedim aynı barmenden.
Müzik sesleri gittikçe yükseliyor ve ruhum bu ahenk ile dans etmeye başlamıştı bile.
Oturduğum yerden ritmik hareketler yapıp bir yandan da kadehimi dudaklarıma dayayarak yudum yudum içindeki sert sıvıyı içiyordum. Yanıma bir adam yaklaştı.
Bakışlarımı farklı bir yere çevirip çılgınlar gibi dans eden insanları izlemeye koyuldum.
Kısa bir süre sonra kulağımda hissettiğim ılık nefes irkilmeme neden olurken öne atıldım. Fakat yerimden kıpırdayamama neden olan o adamın belime doladığı kollarıydı.
"Bu gece birlikte eğlenelim mi sürtük?".
Duyduğum hakaretle başımı öne eğip var gücümle geri itekledim. Başımın arkası ile adamın suratına tam isabetli ve sert bir darbe indirirken acı ile inledi ve kollarını bedenimden çekti.
Anında birkaç güvenlik yanımıza gelirken nefretle o adamın gözleri içine baktım.
Adam ise bir hayli öfkeliydi. Güvenlikler oturmama yardımcı olurken diğer adamı ise yaka paça mekandan çıkartıyorlardı.
Barmen "güzel olduğun kadar sert bir kadınsın aynı zamanda. Bu gecenin yıldızı sensin" dedi.
Önüme bıraktığı martiniyi havaya kaldırıp teşekkür ederek fondip yaptım. Boğazımı yakan bu acı sıvıyı kırmak için birkaç tane zeytin attım ağzımın içine.
Bu sefer yanımda başka bir adam belirdi. Onu da görmezlikten geleceğim an çığlıklar yükselmeye başladı.
Gözlerimin önünde beliren kargaşa ile ne olduğunu anlayamadan yerimden kalktım. Nefesim kesilmişti bir anda. Bu büyük gürültünün sebebi çalan müzik değildi bunu algılayabiliyordum.
Arkamı döndüğüm an göğsümde güçlü bir darbe hissettim. Biraz öncekinden daha güçlüydü nefesimi kesen acı. Bedenim neden düşüyor gibiydi? Neden kanım canımı terk ediyor gibi hissediyordum? Temine değen sıcaklık içimi neden ürpertiyordu?
Bedenim geriye doğru savruldu ve aniden sert zemine serildim. Gözlerim donuklaştı ve üzerime birinin kapandığını fark ettim.
Gördüğüm yüz hiç tanıdık değildi. Dudaklarım aralanmıştı ama sesimi bulamıyordum. Karşımdaki adam bir şeyler söylüyordu ama anlamıyordum.
O an sadece elimi kaldırıp gözlerime çarpan dolgun dudaklara dokundum. Hissettiğim acının yanında belki de bu güne kadar aldığım en rahat nefesti. Gözlerimden tenime doğru akan yaşa anlam veremedim.
Halbuki istediğim tek şey biraz eğlenmekti. Tanımadığım yüz daha çok yaklaştı yüzüme.
Ve o anda karanlık bir dünya belirdi hayatımda. Zihnim beni bilmediğim diyarlara sürüklerken en derinlerden zadece adımın ince tını ile yankılandığını duydum.
Sonrası ize koca bir karanlık...
Kartal Piroğlu'ndan anlatım...
Kan;
Avuç içlerimi ve bedenimi saran kanlara odaklandı bakışlarım. Bu sıcacık sıvı birkaç gün öce yağmur altında koşarken kollarımın arasında düşmekten kurtulan kadına aitti.
Melisa kokulu güzel kadın. Onu oturduğum locada gördüm.
Yanına gelip onu rahatsız eden adamı haklarken o kadar dişi ve güzel duruyordu ki. Gülümsemekten alamadım kendimi.
Sonra onun yanında buldum kendimi. Yine o öfkeli gözlerle gözlerim içine bakıyordu.
Az önceki siniri geçmemişti ve içkisini sert bir şekilde içmeye devam etti. Ardından o lanet baskın. Ne ara yerinden kalkıp önüme geçtiğini anlayamadım.
Silahlarımı çektiğim an tekbir noktaya odaklandım. Ayaklarımın dibinde yatan o kadına.
Şimdi hala daha onun kanları ile sulanmış sert zemini izliyordum. Omzumda bir el hissettim.
Çöktüğüm yerden kalkarken Mario başını olumsuzca sallayıp "işi oldukça zor dostum" dedi. Kaşların çatılırken onu gerimde bırakıp mekanın çıkışına doğru yürümeye başladım.
Polis ve geri kalan sikik işlerle uğraşacak kadar sinirlerim sağlam değildi. Aracıma binip Garraf'ta bulunan evime doğru yol almaya başladım.
Melisa kokulu kadın orada ve evimde bulunan özel klinikte ameliyat oluyordu. Daha fazla yüklenip daha hızlı olamaya çalıştım.
Neden önüme atlayıp öylece durdu? Öfke ile direksiyonu yumruklayıp isyanla bağırdım.
Yıllar önce kız kardeşimi de böyle kaybetmiş olan ben şimdi tanımadığım bir kadını da bu işler için kurban vermek üzereydim.
Malikanenin önüne geldiğimde kapılar hızla açıldı ve ben araçla içeriye girmeyi beklemeden hemen aşağı inip evin sol bölümünde bulunan kliniğe adımladım. Maria kapıda bekliyordu. Oldukça sinirli ve gergindi.
"Kim bu kadın Kartal? Evimizde ne işi var?".
Onu gerimde bırakacağım an koluma yapıştı. Ellerimdeki kanı gördüğümde ise daha çok öfkelenerek "lanet olsun" dedi ve ekledi. "O kadın evimizden hemen gidecek".
Ender olduğum o anlardaydım. "Brandon onu al ve eşyalarını toplayana kadar başında bekle. Ardından ait olduğu yerde sonsuza denk yaşamasını sağla".
Maria'nın çığlıkları kulaklarımı delse de umurumda değildi. Şuan istediğim tek şey o kadının iyi olmasıydı. Ameliyathaneye doğru adımladığımda Daniel kolumdan tutup durmamı sağladı.
"Hayır dostum şimdi değil. Çok kan kaybetti, işi zor doktorlarında öyle. Sadece sakin bir şekilde otur ve bekle".
Kolumu elleri arasından çekip salona yöneldim. Daniel "otur ve kimin işi olduğunu düşünelim" dedi. O alkol köşesine yönelip viski şişesini eline alıp kristal bardaklara servisleri ederken katlanamadığım bu sessizlik daha çok zorluyordu sabrımı.
Karşıma oturup elindeki kadehi bana uzattı. O minik sıvıdan daha fazlasına ihtiyacım vardı. Çok daha fazla tüketip beynimi uyuşturmaya ihtiyaç duyuyordum.
Dostum ve yol arkadaşım beni iyi tanırdı. Kadehi sakince önümdeki sehpaya bırakıp şişeyi de önüme bıraktı.
O şişeyi bir aciz gibi ellerimin arasına alıp dudaklarıma yasladım ve suya aç kalmışçasına içmeye başladım.
Kız kardeşim belirdi zihnimde. Kendime gelmek adına oturduğum yerden kalkıp salonun içinde dolanmaya başladım.
Kaç saat bu halde kalıp orada volta attım bilmiyordum. Bir an duraksayıp ellerime baktığımda içimde beliren acı dilimi ısırmama sebep oldu.
O kadın birkaç saat önce kendi halinde eğlenirken şimdi beni hedef alan bir kurşun yüzünden ölüm kalım savaşı veriyordu.
Daniel "dostum" diye seslendiğinde başımı arka tarafa çevirdim. Petro üzerinden su dökülmüşçesine terliydi.
Başındaki şövalyeyi çıkartıp önümde durdu.
"Çok zordu Kartal. Bu kadın tanrı şahidim ki zoru başardı. Ben böylesine kan kaybedip hayata tutunan inatçı bir insan ilk kez görüyorum".
Ellerimi kaldırıp omuzlarına yerleştirdim. "Bana tehlikeyi atlattığını söyle Petro. Onun yaşayacağını söyle".
Petro sakin bir şekilde başını sallayıp "merak etme sağlam bir bünyesi var. Kalbinin iki milim önünde durmayı başarmış kurşun ile hayata tutundu o kadın. Yaşayacak, sadece uzun bir süre dinlenmesi ve bakımının en üst seviyede yapılması gerekiyor. Kartal tam tamına yedi ünite kan takviyesi yapıldı" diyerek durumu açıkladı.
Minnetle baktım yüzüne. Ellerimi ondan çekip klinik bölümüne doğru hızla yürüdüm. Bu soğuk odada Petro'nun nasıl terlediğini düşündüm.
Ameliyathanenin yanındaki odaya girdiğimde ise hemşire "dışarıda bekleyin efendim" diyerek bir uyarıda bulundu.
Onu duymamış gibi ağır adımlarla yatağa yaklaşıp ağzından ciğerlerine hortum uzatılmış ve melek gibi uyuyan o kadını izledim.
Saçlarının sarısına bulaşan kan lekeleri gözlerime ilişti. Sol elimi kaldırıp yavaşça o tellere dokundum.
Neydi bu beni etkisine alan duygu. Gözlerimi yıllar sonra doldurup içimi yakan neyin acısıydı?
Nasıl olduğunu anlayamadan eğilip dudaklarımı anlına bastırdım. Minnet miydi beni bu kadar değerli bir öpücüğe mahkum eden?
Burumu saçlarına daldırdım ve kokusunu derince içime çektim. Başımı kaldırıp doğrulduğumda içimi talan eden kokusunun değişmediğini anladım.
Bir kadının saçlarına sirayet eden kan nasıl olurda kokusunu değiştirmez?
Kolumun üzerinde hissettiğim baskı ile sağ tarafa çevirdim bakışlarımı. Daniel. "Burada olmaman gerekiyor dostum. Bizim mühim işlerimiz şimdi başlıyor".
Söyledikleri ile kendimi toparlayıp odadan hızla çıktım. Ardından birlikte malikaneye geçerken Brandon yanıma gelerek "Kartal Bey hanımefendinin" diyerek deri küçük bir çanta uzattı.
Ona ait bir eşya ellerimin arasına geçerken sıkıca tutup malikaneye girdim.
Tüm adamlar karşımda dizilmiş dudaklarımın arasından çıkacak emri bekliyorlardı. Onları es geçip merdivenlere yöneldim. Çalışma odama girip kapıyı sertçe kapattım.
Elimde sıkıca tuttuğum çantaya uzun bir süre baka kaldım. Fermuarını açıp içindeki eşyalarını kontrol ettim.
Aslında bakmak istediğim tek şey kimliğiydi. Elime geçtiği an duraksadım. Adı kokusu gibi Melisa'ydı.
Dudaklarımda istemsizce tebessüm belirdi. Bu gece bu odayı dolduran etrafımı saran ve kaderime kanı ile adını yazan kadın.
Melisa;
Dönüm noktasının başlangıç pusulası...