bc

Vazgeçilmiş

book_age18+
447
FOLLOW
5.9K
READ
family
HE
journalists
drama
bxg
musclebear
like
intro-logo
Blurb

Hiç kimse tarafından sevilmemenin ağırlığı mı, yoksa hiç kimseyi sevmeyen birisi tarafından sevilmenin ağırlığı mı? Hangisini taşımak daha zor?

chap-preview
Free preview
Göç...
Kendimi bildim bileli hep bir göç halindeydik. Taşıyabileceğimiz kadar yükü sırtlanır ve bir öncekine en uzak şehre doğru yola çıkardık. Kimi zaman bir kamyon kasasında, kimi zaman karoserde, kimi zaman da eğer şanslıysak bir tren vagonunda geçerdi yolculuğumuz. Her seferinde yeni bir yere, yeni insanlara, yeni kültürlere uyum sağlamaya çalışır, tam alıştık artık dediğimiz zamanda ise yeni bir göç katarına karışırdık. Neden bir şehirde yer yurt edinemedik ya da bizi yola revan eden neydi hiçbir zaman bilmedim. Bir şeyden mi kaçıyorduk ya da bir şey mi arıyorduk tam bir muammaydı benim için. İlk yolculuğa çıktığımız zamanı çok iyi hatırlamıyorum. Ama hayal meyal gözümün önüne gelen anılar var. Odanın ortasında bir kadın yatıyor boylu boyunca. Başka bir kadın ise yanı başında dövüne dövüne ağlıyor. Çok kısa bir süre sonra da o ağlayan kadının kollarından adeta koparılarak alınıyorum. Nice sonra öğreniyorum ki o yerde boylu boyunca yatan kadın annem, kucağından koparıldığım kadın da anneannemmiş. Babamın söylediğine göre ince hastalıktan ölmüş. Keşke o yüzündeki örtüyü kaldırıp doya doya bakabilseydim. Belki yüzünü biraz olsun hatırlardım şimdi. Babama ara ara soruyorum elbette 'neden bir yerde kalamıyoruz?' diye ama her seferinde yaptığı gibi ya görmezden geliyor ya da başka bahaneler ileri sürerek canımı yakıyor. Her daim ağzında başına bela olduğum lafı var. Madem öyle neden bırakmadın beni neneme diyorum kendi kendime. Ne yaptım onu bana bu kadar düşman edecek, bir bilsem.. Kervanımız daima iki kişi kalmadı elbet. Bir müddet sonra Kütahya'da Nurşen abla da katılmıştı aramıza. Bir gün eve geldiğimde odadaki yer minderlerine oturmuş , memnuniyetsizce etrafı süzerken bulmuştum onu. Bakışları benim üzerimde durduğunda ise kendimi bir böcek gibi hissetmiştim. Bana bir bardak su bile vermeyen babam; nereden bulduğunu bilmediğim iki kahve fincanıyla çıkagelmişti mutfak diye kullandığımız, yarı inşaat halindeki odadan. Bizim evimize doğru dürüst yiyecek bir şey girmezdi ki, kahve girsin. O gün anlamıştım ezamın katlandığını. Zaten çok geçmeden de tahminimde yanılmadığımı anladım. Eve gelen cami hocası ile cami cemaatinin huzurunda babamın karısı oluvermişti o gaddar kadın. Kendimi sonbahara mahküm olmuş bir yaprak gibi hissettiğim bu hayatta, artık bir fazlalık gibi görür olmuştum. Tek kurtuluşum kitaplardaydı. Kütahya'dan önceki durağımız olan Denizli'de beni kendi kızlarından ayırmayan komşumuz Meryem teyzenin ihbarıyla, babam beni ilk okula göndermek zorunda kalmıştı. Yoksa okula göndermek gibi bir niyetinin olmadığını çok iyi anlamıştım. Cesaretimi toparlayıp okula gitmek istediğimi söylediğim gün öyle bir tokat atmıştı ki yanağıma; günlerce kulağımın içindeki çınlamadan dışarıdaki sesleri duyamadığımı hatırlıyorum. Bir daha da okul lafını açmadım o günden sonra. Ama Meryem teyze babamın niyetini bir şekilde anlamış ve kasabadaki ilk okulun öğretmenine durumu anlatmıştı. Şansıma beyi de ilçe jandarma komutanıymış. Adamın rütbesini görünce korkmuştu babam. Hiçbir lafını ikiletmedi. "Bu kız meslek sahibi olana kadar peşindeyim Nahit efendi." demişti. "Dünyanın neresine gidersen git, soluğum ensende olacak." İşte onun korkusundan olacak ki, okul hayatıma ne karıştı ne de Nurşen ablayı karıştırdı. Bir huzur bulduğum yer okuldu benim. Bu huzurumun bozulmaması için gecelerce dua ettiğimi bilirim. Elbette sürekli şehir değiştirmemiz okul hayatımı da olumsuz etkiliyordu. Kendimi hiçbir yere ait hissetmeyişim uyum sağlamamı zorlaştırıyor ve bu sayede yapayanlız bir öğrencilik geçiriyordum. Ben de ardımda bırakacağım insanlar yerine yanımda götürebileceklerimi, yani kitapları dost edindim kendime. O yüzden insan ilişkilerinde pek başarılı değilim. Az konuşan ve konuşurken muhatabının gözüne bakmayan biriyim. Sanki gözlerimin içine bakınca kusurlarımı görüp, beni küçümseyeceklermiş gibi hissederim hep. Bu şekilde hissetmemin en baş müsebbibi elbette babamdı. Çünkü ne yapsam onun için kusur ve kabahatti. Bu güne kadar ne önüne koyduğum çayı beğendi, ne kaynattığım çorbayı ne de topladığım evi. Liseden mezun olduğumda artık Bursa’dan da taşınma zamanımız gelmişti. Ama bu kez yükümüz ve mevcudumuz biraz daha fazlaydı. Nurşen ablanın eve aldırdığı eşyaları ve henüz dört yaşında olan kardeşim Emin’i rasgele bir kasada ve ya üçüncü sınıf tren vagonlarında taşıyamazdık. Nurşen abla bu konuda kesinlikle netti. Biz ne ile gidersek gidelim ama oğluyla kendi asla bir yük gibi taşınmayacaktı. Bu dünyaya yük olduğum daha kaç kez yüzüme vurulacaktı bilmiyorum. Yine aynı şeyi yapıp içimden ağladım. Gözyaşı akıtmayı da pek beceremezdim ya zaten. Bütün eşyalarımızı topladığımız günün sonunda artık evimizdeki son akşam yemeğini yiyorduk. Verdiğimiz fotoğraf ünlü bir ressamın ilgisini çeker miydi bilmiyorum ama yatak döşek yığınlarının ortasında ve yere serilmiş birkaç sayfa gazetenin üzerinde, biraz zeytin, bir kalıp peynir, birkaç dal biber ve bir somun ekmekten başka bir şey yoktu. Nurşen abla ekmeği kendine göre ortadan ikiye bölmüş ve yarısını babamla benim önüme, yarısını da Emin ile kendi önüne koymuştu. Elbette babam da bana layık gördüğü birkaç lokmalık kısmı paylaştı benimle. Normalde bu kadar eksik değildi soframız, bu geceye mahsus bu kadarıyla yetinecektik ama diğer zamanlarda da durum bu şekilde cereyan ederdi. Tenceredeki yemek tabaklara pay edilir, dibinde kalan birkaç kaşığı yiyip sünnetlemek de bana kalırdı. Zaten pek iştahlı bir çocuk değildim. Ya da midem yeterince genişlemediği için ancak bu kadarını yiyebiliyordum. İlk başlarda ağrıma giden bu muameleye ne yazık ki artık alışmıştım. Yapacak daha iyi bir şeyi, gidecek daha iyi bir yeri olmayan herkes gibi ben de içinde bulunduğum şartları bir şekilde kabullenmiştim anlayacağınız. Son lokmamı da yutup bir cesaret sordum babama. “Nereye gideceğiz baba?” “Senin neyine lazım nereye gideceğimiz? Beğenmezsen gelmeyecen mi?” “Yok ondan değil, merak ettim sadece.” “Fazla merak iyi değildir. Sen işine bak, anana yardım et. Ayrıca çok konuşup da benim asabımı bozma.” “Tamam baba, sormadım farzet." Nurşen ablanın hoşuna giderdi benim babam tarafından yok sayılmam, aşağılanmam. Ama bu kez yetmemiş olacak ki yarama tuz basmayı tercih etti. “Ne ettin Dane şu mektep işini? Girebilecen mi sınava?” “Başvurdum biliyorsun abla. Ama giremeyecem. Sınav yeri burası, gittiğim yerde rasgele giremem ya.” “Doğru ya dedilerdi geçende bari kız sınava girene kadar dursaydınız ama ben duramayız o kadan, onu keyfini mi bekleyecez dedim. Doğru demişim de mi aslanım? “Elbet Nurşen. Onun keyfine göre mi hareket edecez? Hem zaten 18’ine bastı, o komutan daha karışamaz benim işime.” Göğsüme saplanan onlarca hançerin aynı anda çevrilmesi gibi bir histi bu duyduğum. Babam artık üzerimdeki haklarını sonuna kadar kullanabilecekti. Sen artık reşit oldun özgürsün dediğinizi duyar gibiyim ama bildiğiniz gibi değil. Birkaç kez şahit olduğum konuşmalarında beni birine vermekten bahsettiklerini duymuş ve kendimce felaket senaryoları bile kurmaya başlamıştım. Çünkü ben öğrenemediğim özgürlüğü yaşayamayacak kadar korkağım. Bugün çıkıp gitsem bu evden, dışarıda en fazla birkaç gün sağ kalabilirim. Bu evde evvela cesaretim öldü benim. Çok değil belki bir belki de bir buçuk saat sonra kapıya kapalı kasa bir kamyon yanaştı. Anlaşılan yükümüzü sırtlanacak binek bu kamyondu. Şoför ve babam yaklaşık bir saatte neyimiz var neyimiz yok yüklediler kasaya. Nurşen ablam ve Emin elbette hiçbir şeye dokunmadan geçip kuruldular şoför mehline. Yanlarına da babam binince bi ben kaldım dışarıda hala sığışırım belki aralarına diye düşündüm. Emin’i kucaklarına alsalar sığarım da zaten. Ama belli bir zaman sonra babam; “Ne duruyon orda öyle bin kasaya. Sabaha kadar seni mi bekleyecez?” deyince anlamıştım nereye layık görüldüğümü. El mecbur kasanın olduğu tarafa doğru yürümeye başlayınca şoför biraz hiddetlendi babama. “Yapma Nahit abi. Alsın yenge oğlanı kucağına zaten ufacık kız, her türlü sığışırsınız üç saat. Yazık değil mi bu soğukta kızcağıza?” diye sordu. Bir an sevindim ben de. Belki babam utanma bazarı adama he der de ben de ilişiveririm yanlarına diye. Ama olmadı. “Sen karışma Hasan. Oğlan da hanım da rahat edemez üç saat İstanbul’a kadar. Bizim kız alışkın böyle yolculuklara. De hayde geç sen de bekletme milleti." Deyiverdi. Belki nereye gideceğimizi bu vesile ile öğrenmiş oldum ama bütün yolun soğuğunu da yemekten kurtulamadım. İşin kötüsü naçar bedenim, bu soğuğu asla kaldıramaz ve elden ayaktan düşerdi. Allah büyük elbet dedim kendime. Bir de bu yolculukta bir karar aldım. Kimsenin beni düşünmediği hayatta bir ben kendimi düşünecektim bundan sonra. Son görüşmemizde emekli olup İstanbul’a yerleştiğini söyleyen Yaşar komutanı bulup yardım isteyecektim. Numarasını babamın telefonundan alıp ezber etmiştim. Hiçbir şey yapamasa bile sınava girmeme yardımcı olsun yeterdi. Sonrasında ise bir şekilde başımın çaresine bakacaktım…

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

KALP HIRSIZI (Hırsız Serisi-2)

read
5.9K
bc

HÜKÜM

read
135.3K
bc

SINIR (TÜRKÇE)

read
13.1K
bc

Kalbimin Derininde

read
7.6K
bc

Leyl Tutkusu

read
306.4K
bc

Ufaklık | Texting

read
1.7K
bc

Yasak İlişki (+18)

read
8.0K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook