bc

Bir Çift Sarı Çarık

book_age18+
1.2K
FOLLOW
8.3K
READ
drama
comedy
mystery
like
intro-logo
Blurb

(+18)Kendi küçük dünyasında, yaşayabilmenin sadece kardeşleri ve anne babasının avlusu içinde zanneden Aycan'ın hayatını ele alır. Aycan, bir gece aniden gelen misafirin peşinden sürüklenirken, yaşadıkları ve yaşayacakları yüzünden dünyanın tahmin ettiği gibi küçük olmadığını görür.

chap-preview
Free preview
BÖLÜM 1
MAGANDA KURŞUNU YİNE CAN ALDI BGABHA)- Niğde'nin Ulukışla ilçesine bağlı Çakallar köyün de Kağan Uluçınar (30), katıldığı köy düğününde kim tarafından ateşlendiği henüz belirlenemeyen tabancadan çıkan kurşunla, ağır biçimde yaralandı. Olay, öğle saatlerinde Çakallar köyü meydan mahallesinde, meydana geldi. Aynı mahallede oturduğu öğrencisinin ablasının düğününe misafir olarak katılan Uluçınar, bilinmeyen bir nedenle aniden kalabalığın ortasına geçtiği an tabancadan çıkan kurşun göğsünün sol üst köşesine isabet etti. Kanlar içinde yere yığılan Kağan Uluçınar, çağırılan ambulansla Ulukışla Devlet Hastanesine kaldırıldı. Doktorların verdiği ifadeye göre durumu oldukça ağır olan Uluçınar gençliğinin baharında, maganda terörüne bir kez daha isyan ettirdi. Olayı haber alan, Uluçınar'ın yakınları, İstanbul'dan gedikleri gibi hastaneye akın etti. Aynı zamanda edinilen bilgiye göre İzmitli iş insanı Nuri Yaşar'ın da damadı olduğu öğrenilirken, bir yıl önce gönüllü öğretmenlik yapmak için köy okullarını bilhassa seçtiği bilgisine ulaşıldı. Eşi ve ailesi hastane içinde sinir krizleri geçirirken, jandarma ekipleri, silahı ateşleyen kişinin yakalanması için çalışma başlattı. .... Yedi yıl geçmesine rağmen aynı gazete haberini bininci kez okuyordu. Okurken, yine sol gözünden aşağı süzülen damla, kare şeklinde kestiği haberin üzerine damladı. Arka arkaya yanağından süzülen damlalar boğazının altına kadar indi. Bu hep oluyordu. Sadece onu anımsarken sol gözü ağlıyordu. Hıçkırığını içine hapsederek, elinin tersiyle yüzünü sildi. Halinden bihaberdi. Kahve gözleri buğulanmış, ıslak kirpikleri yukarı kıvrılmıştı. Aynaya bakmadı. Bakmayı da pek sevmezdi. Aslında halinin nice olduğunu da bilirdi. Eski bir anı gözünde canlanınca titreyen dudakları kıvrıldı. Acı bir tebessüm geldi yüzünün tam orta yerine yerleşti. Bir de unutmaya yüz tutmuş o ses kulağında sanki derin bir kuyudan yükseliyormuş gibi uğuldadı. "Ağlama! Bilhassa benim gibi biri için hiç ağlama" "Onca günahıma bir yenisini daha ekleme. Bakma ıslak kahvelerinle gözüme. Ağlama! Yıllar geçtikçe anımsadığı silik görüntüler, kulaktan silinmeyen tatlı ve acı sözler yüreğini sızlatıyordu. Bu bitmeyecekti. Yıllar geçse de ömrünün sonuna gelse de o duyduğu sözler, gençliğinin baharında tutunduğu o hayal, asla hafızasından silinmeyecekti. Ne yaşadıysa, nasıl yaşanıyorsa yaşansın! Lakin hayat devam ediyordu. Acısıyla tatlısıyla iyisiyle ve kötüsüyle nefes alan herkese hayat devam ediyordu. Haber yazısının üzerine yerleştirdikleri vesikalık fotoğrafını parmağıyla okşadı. Ruhunun huzurlu olması için içten duasını mırıldandı. Allah'a onu cennetine alması için dua etti. Duasını bitirdikten sonra haber kağıdını ikiye katlayarak sinesine hafifçe değdirdi. Bu kadarı kafiydi. Yatağının üzerinde valiz vardı. Annesinin evinden gelin olurken getirmişti. Kapağını açtı, yıpranmış astarının arasında eskiye dair birkaç anısının da olduğu parçaların arasına kâğıdı bıraktı. İçine eski kıyafetlerini de katlayarak geri yerleştirdi ve fermuarını kapattı. Tabureye çıkarak, ceviz ağacından oymalı gardırobunun üzerine valizi geri koydu. Zamanında kendi elleriyle işlediği ucu karanfil işlemeli beyaz satenden bohça görünümlü örtüyü toz kaplamasın diye üzerine örttü. Bütün anıları bu karanfilin altına gizledi. Hayat da bundan ibaretti. Üzerini kapattıklarımız gerçek kimliğimizin toza bulanmış sayfalarıydı. Tabureden aşağı indi. Dağılan saçlarını düzeltti. Islanan yüzünü kuruladı. Pul biber serpmiş misali yanan gözlerini açıp kapatırken amacı kırmızılığını yok etmekti. Bunda başarılı olamadı. Yatak odasında kilitlediği kapıyı açtı ve sanki bir şey olmamış gibi omzu dik çıktı. Kaldığı evde ara hol kare şeklinde ve karşılıklı kapılar vardı. Ara holü oturma odası gibi düzenlemişlerdi. Duvarın eni boyunca penceresi vardı ve önüne sedirden u şeklinde divan yapmışlardı. Kış aylarına yakın odanın tam ortasına soba kurarlardı ki ısısı bütün odalara yayılsın diye. Yaza doğru soba kalkar ortaya yuvarlak masa yerleştirirlerdi. Üstünde el emeği göz nuru dantelden örtü onun üstünde de bahçe çiçekleriyle dolu bir vazo olurdu. Odadan dışarı çıktığında zaman akıp geçmiş hava kararmış ve evin ışıkları kapanmıştı. Sadece ara holü aydınlatan cılız bir ışık yayılıyordu. Onu da kayınvalidesi genellikle namaz kılacağı zaman açardı. Tahmininde yanılmadı. Kayınvalidesi seccadesini her zamanki yerine sermiş namaz kılıyordu. O yatsı namazını bitirene kadar rutin işlerini tanımlamak için adımladı. Önce çocuklarının odasına girdi. Yedi yaşında bir oğlu ve beş yaşında bir kızı vardı. Oğlu Can yine üstünü açmış, başı yastıktan aşağı düşmüş, ayaklarını ise duvara dikmişti. Onun bu deli yatışına karşı gülümseyerek yaklaştı. Başını düzeltti. Ayaklarını duvardan indirerek üzerini örttü. Alnına dökülen kumral saçlarını geriye tarayarak eğildi ve öptü. Oğlunun hoyratlığına karşı daha sakin olan kızı Buse ise nasıl uyuduysa öyle uyanırdı. Üstünü hiç açmamış, kucağında babaannesinin ördüğü bez bebeğini kollarının arasına almıştı. Bebeklikten kalma alışkanlığıyla baş parmağını emerek uyuyordu. Parmağını ağzından çekince huzursuzlandı ama geri ağzına almadı. Bebeğini daha da sararak yüzünü döndü. Omzunu öptü ve örtüsünü örttü. Kapıdan çıkmadan önce onları Allah'a emanet ederken hep yaptığı gibi iyi dilekte dualar mırıldandı. Allah önce kendi evlatlarına sonra da yeryüzünde bulunan her ana kuzusunu iyi insanlarla karşılaştırsın ve hiçbir kötülüğün içinde olmazınlardı. Çocukların odasından çıktığında kayınvalidesi namazını bitirmiş, ışığı açmış, divandaki köşesinde yerini almış, tesbih çekiyordu. Göz göze gelince tesbih tutan eliyle çocukların yattığı kapıyı gösterip sorunca cevap verdi. "Uyumuşlar mı?" "Uyumuşlar" Çocukların dağıttığı ortalığı toplamaya başladı. Kızının ahşaptan yapılmış küçük beşiğin içine elinden düşürmediği diğer süslü bebeği koyarak, yerine kaldırdı. Sanki oyuncak değil de gerçek bir bebeği uyutacakmış gibi üstünü örttü. Sabah uyanınca bebeğim yalnız kalmış ve üşümüş diye başlarının etini yerdi cimcime. Oğlu dersen doğdu doğalı oyuncak nedir bilmezdi. Nerede absürt malzeme var onunla oynardı. Şimdilerde de resme kafayı takmıştı. Her bulduğu yeri boyuyor ve üstün yetenekte farklı desenler çıkarıyordu. Yedi yaşında hayal dünyası çok farklı işliyordu. Katlanılabilir ödev masası yine ortaya gelmiş, üzerinde de son çizdiği resmi öylece bırakmıştı. Resme bakınca gülümsedi. Ağzından ateş çıkaran yeşil bir ejderha çizmişti yine. Yeşilin tonlarını kahverengiyle harmanlayarak Ortaya çıkardığı bu resim yaşına göre üstünlük sağlarken, öğretmeni de ihmal edilmemesini ve mutlaka değerlendirilmesini söylüyordu. Henüz okuma yazmayı dahi yeni öğrenirken bu başarısını elbette destekleyeceklerdi. "Zülküf'ün çizdiği mi o? Göster bakayım yine neler çizmiş" derken kayınvalidesi defteri kaldırıp "evet Can'ın çizdiği resim" derken ismini özellikle vurguladı. Kayınvalidesi ise anlar anlamaz suratı düştü. Ne vardı yani on yıl önce kaybettiği eşinin adını söyleyiverse. Allah için gelinini severdi sayardı ama bazen ketumluğu tuttu mu da canı sıkılırdı. Canı sağ olsun bunu hep yapardı. Kafa kağıdına rahmetli eşinin adını güç bela yazdırsalar da çocuğun adı anıldı mı "Can" der başka bir şey demezdi. Hem Can da neydi canım. Şuncacık isim mi olurdu. İsim dediğin ağızdan dolu dolu çıkardı. Bir hıçkırıklık kadar değil. Elbette bunu sesli dile getirmedi. Yatacak vakit canlarını sıkmaya gerek yoktu. Aynı evde yedi yıldır öyle böyle vakit geçirdiklerinde hiç öyle aşırı kavgaları olmamıştı. Gelin sessizdi ama yeri geldiğinde inadından duruşundan taviz de vermezdi. Kendisi sert olmasına rağmen gelinine karşı saygısı vardı. Zira insan dediğinin böylesi sabırlısı zor bulunurdu. Kendisi Zülküf diyordu. Oğlu da anasının yanında Zülküf, hanımın yanında Can diye seslenirdi. "Sobana odun atayım mı?" diyen gelini ortalığı bir çırpıda toparlamış hatta dış kapının önünden odun kovasını bile getirmişti. Yaşlı kadın saate baktığında on bire geliyordu. Bu gece üç aydan sonra oğlu eve gelecekti. Bekleyip beklememek arasında kaldı. Namaza durmadan önce aramıştı da "ana benim gelmem üçü bulur" demişti. O saate kadar cüzleri var onları okurdu ama gelinine bakınca vazgeçti. Kanepenin kenarına ağırlığını vererek yavaşça ayağı kalktı. En iyisi sabah göreyim dedi. Sonuçta karı koca birbirine hasret, ayrılalı aylar olmuştu. Oğlunun anasını göreceği tutmazdı şimdi. Ağır adımlarla gelinine doğru yaklaştı. Elindeki kovaya bakarak konuştu. "Atma istersen. Sonra çok sıcak oluyor yatamıyorum. Sabaha karşı vaktin olursa bakmaya o zaman sönerse atıver" dedi. "Olur öyle yapayım o zaman" dedi gelini. Kenar çizgileri yoğunlaşmış gözlerini kısarak, imalı bir tebessümle şunları söyleyerek odasına geçti. "Haydi sen de hazırlığını yap. Allah'ım tez vakitte kavuştursun. Su gibi akıp gitsin yolları" dedi. Gelin arkasından "âmin" dedi mi demedi mi duyamadı. ........

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

ARİYA

read
9.5K
bc

Muhteşem Hayatım (!)

read
1.0K
bc

FİRUZE (KARADAĞLI SERİSİ I.)

read
11.4K
bc

KARANLIK | Texting

read
1K
bc

SOMUT- UYANIŞ

read
5.6K
bc

Mafyanın Esiri (+18)

read
31.8K
bc

Karanlığın Sesi Serisi

read
1.0K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook