"Has*tir." Ben ve küfür, küfür ve ben? Ben küfür etmezdim ki. "Bir öpücüğe daha ne dersin." ile başlayan diyalog sınıf tarafından ilgiyle izlenirken yan sıramdaki kız karanlık yerleri görebilmek, erkeğin kim olduğunu çözebilmek adına eğiliyordu. Sanki video da karanlık yerleri izleyiş açısından dolayı göremiyormuş gibi davranıyordu. Aptal kız. En sonunda adamı öptüğümde kızlar romantik bir film izler gibi, "Aaah!" çekerek hüzünle nefes almışlardı. Ben tanımadığım birini mi öpmüştüm? Allah beni kahretsin! Umarım, Youtube'a falan düşmez bu rezil videomuz. "Harbiden, ben kimi öptüm?" derken duyduğum kendi sesimle videoya odaklandım. "Sapık çıktı kurbağa." Ay bir de öptüğüm kurbağanın, prense dönüştüğüne inanmıştım. Ben nasıl bir geri zekâlılık sınırındayım acaba?
Mutlu sonları seven biriyseniz, hemen sayfayı değiştirmeniz sizin açınızdan iyi olacaktır. Zira bu hikayede değil mutlu bir son, mutlu bir başlangıç bile yok. Düğün günü sevdiği adamın ölümüyle yıkılan Sima, onun katilinin peşine düşerek hayatının en büyük hatasını yapar. Şimdi koruması gereken yalnızca bedeni değil, aynı zamanda kalbidir.
Bazı yaralar sadece o yarayı açanlar tarafından kapanabilir... Berdel ile başlayan yepyeni hayatlar. Acı ile harmanlanmış yaşamlar. İncinmişti kadın. Köklerinden kopmuştu en şiddetli fırtına da. Gülmeyi çok seven dudakları en ufak bir tebessümü bile unutmuş, sevgiyle dolu olan kalbi parçalanmıştı. Elinde kalanlarsa gözlerini mesken tutan gözyaşları olmuştu. Adam, kadını kırmıştı. Adam kadının ruhunu çalmıştı. Adam sert bir rüzgar gibi esmişti kadının hayatına. Şiddetli bir zelzele yaratmış en ağır darbeleri indirmişti kadının yüreğine. Ne kadın durabilmişti adamın sert rüzgarı karşısında. Ne de adam zarar vermeden durabilmişti kadına. Onlar kaderin onları birlikte yazdığı satırlarda vermişlerdi son nefeslerini... Pişmanlık sarmışken adamın dört bir yanını, kadında açtığı yaralara merhem olmaya çalışmıştı bu sefer de. Hayat bu ya. Adam kökünden kopardığı kadının yapraklarına bile muhtaç kalmıştı... Kadın narin bir çiçekti. Adam ise şiddetli bir rüzgar... Fırat'ın sevdası Heja'yı kaçırması ile karışan ortalık, berdel ile birbirine dolanmıştı. Berdel olayı ile birlikte Karacan ailesine iyice bilenen Alaz, tüm öfkesini artık karısı olacak Rozerin Karacan'a kusmaya and içmiştir. Tüm bunların yanında tüm saflığıyla konağa gelen Rozerin ise bu acılara göğüs gerebilecek kadar güçlü müdür? Bu hikaye güzel gülen kötü adam Alaz ve Rozerin arasında geçen acıdan doğmuş aşkı anlatmaktadır.
Jeremy Kargısan; Yaş: 25 Boy: 1,88 Kilo: 75 Göz rengi: Kahverengi Koleje gitmesine rağmen sürekli hor görüldü. Aşağılanmanın nasıl bir duygu olduğunu ancak o bilirdi. Okuldaki herkesin iğrenerek baktığı ve ten renginden dolayı ona kötü lakaplar takılan kişi oydu. Sadece okulda değil babasının şirketinde çalışmaya başladığında da olmuştu. Oluyordu. Bu yüzden ortaklıklarını bozuyorlardı. Annesi o 19 yaşındayken ölmüştü. Annesi öldükten sonra birkaç kez başka ülkeye kaçmayı denemişti ama yapamamıştı. Alışmıştı İstanbul'a. Annesi Jade Gilbert yıllar önce gelmişti İstanbul'a sonra Hulusi Kargısan'la tanışmış, birbirlerini sevmişler ve evlenmişlerdi. Sonra Jeremy doğmuştu. Küçücük siyahi bir bebek. Aslında o doğar doğmaz başlamıştı hor görülmesi. Dedesi ve babaannesi tarafından. Şu an bile tiksinerek bakıyorlardı torunlarına. Jeremy her ne kadar bunu takmamaya çalışsa da o bakışları unutamıyordu. Aslında sevilmeyecek biri değildi. Yakışıklıydı, komikti, sempatikti, sevecendi, eğlenceliydi. Ayrıca ağır başlıydı ama sinirliydi. Sevgilisi yoktu. Birkaç kez olmuştu. Olmasını istemişti ama tanıdığı her düzgün kadın evliydi. Evlilik ona biraz uzak gibi görünse de o da istiyordu. Zordu. Her insanın ona karşı nefretle bakıp hakaret ettiği zaman zordu. Sinirlendiğinde alnında bir damar çıkıyor ve çenesi seyiriyordu. Mutlu olduğunda sağ ve sol yanağındaki büyük gamze ortaya çıkıyordu. Uzay Heykelci; Yaş: 25 Boy: 1,75 Kilo: 47 Göz rengi: Mavi Uzay 13 yaşına kadar sürekli gülen bir kızdı. 13 yaşında tecavüze uğramış ve 6 yıl komada yatmıştı. Komadan çıktığında 19 yaşındaydı. Hayattan bezmişti. Kendini temiz görmüyordu. Son anda yetişen arkadaşları sayesinde korumuştu kendini ama dokunmuştu o adam. O pis elleriyle boynunu okşamış saçlarını, boynunu öpmüştü. Daha yeni çıkmaya başlayan göğüslerine dokunmuştu. Belki ailesi daha dikkatli seçselerdi öğretmenlerini böyle bir şey olmayacaktı. Piyano öğretmeniydi o adam. O gün doğum günüydü ve arkadaşları gelecekti ama o adam bütün günü mahvetmişti. Yıllardır kutlamıyordu doğum gününü. O günü ve o adamı hatırlatıyordu. O olaydan sonra kimseyle konuşmamaya başlamıştı. Sadece yalnız olduğu zamanlarda kendi kendine konuşuyordu. Okuduğu bir kitapta bir kız kimseyle konuşmuyordu ve bir süre sonra konuşmayı unutuyordu. Bu yüzden kendi kendine konuşup kitap okuyordu. Bu konuşmayı unutmaması için gerekliydi.Ailesi, arkadaşları, doktorlar, psikiyatristler... hiçkimse onun konuşmasını sağlayamadı. Kendini hazır hissetmiyordu konuşmak için. Nedenini o da bilmiyordu. Sanki konuşursa yine aynı şeyleri yaşayacağını hissediyordu. Yaşadıkları güzel şeyler değildi. Taşımakta zorlanıyordu. Ailesi varlıklıydı. Babası onu şirketin başına geçirmek istiyordu ama artık onun da ümidi kalmadı. Konuşacağını düşünmüyordu. Her şeyden çok istiyordu ama... Aslında bütün şanssızlıklar onu bulmuştu. Annesi İpek hanımı uzun bir süre önce kaybetmişti. O zamanlar çok küçüktü. Annesi göğüs kanseriydi. Kanser geç fark edildiği için yaşama şansı kalmamıştı. Uzun süre savaşmış ama o savaşı kazanamamıştı. Okulunu özel olarak bitirmişti. Diplomasını da almıştı. Arada babasına yardım ediyordu. Babası bundan memnun olsa da yine de kötü hissediyordu. Onu zorladığını düşünüyordu. Aslında bunu Uzay istiyordu.Şimdi çok güzel bir kadın olmuştu. Uzun sarı saçları, mavi gözleri ve mankenleri çatlatacak kadar düzgün fiziği ile herkesin dikkatini çekiyordu. Dar, kısa ve dekolteli şeyler giyinmeyi sevmiyordu. Dolabında tek tük böyle kıyafetler vardı. Babasıyla gittiği davetlerde giyinirdi genelde.Davetlere gitmeyi sevmezdi ama babasını yalnız bırakmamak için giderdi. Gittiği yerlerde köşeye geçer meyve suyu içerdi. Hayatı buydu işte. Bu iki zor insan birbirlerinde kendilerini bulabilecek miydi?
"Ben erkek halini bile sevmiş olduğum kızın gidişini kabullenmiyorum..." Tutku ve Utku, ailesi tarafından evlerinde hapis yaşamış çok iyi iki sporcudur. İkiz kardeşler birbirlerine tıpa tıp benzerler. Utku, Milli bir sporcu olmak için üniversite sınavlarına girer ve kazandığı üniversitenin özel yetenek sınavlarına gireceği gece bir kavgaya karışır. Bileği çatladığı için ise ikiz kız kardeşi Tutku bir ay boyunca onun kılığına girmek üzere üniversite seçmelerine katılır. Okulu birincilikle kazanan yetenekli kızımız, okulun bir anda gözdesi olur ve bu fazla ilgi bir müddet sonra başına tatlı belalar açar. Peki sizce bir kızın erkekler yurdundaki halleri ne kadar eğlenceli olabilir? Bilmek ister misiniz?
Karanlık ve tenha sokağın sonundaki otobüs durağında kıpırtısızca otururken, omzumu dürten bir el ile hızla başımı kaldırdım. Ani hareketim ile kulaklığımın teki kulağımdan düşerken, sokak lambasının gözlerimi kamaştıran ışığının ardında karşımda duran adamın yüzünü seçmeye çalıştım. Cebinden çıkardığı not kağıdını bana doğru uzattığında, belli etmemeye çalıştığım bir tedirginlikle gözlerimi kağıdın üstünde yazan yazıya çevirdim. "Bu adrese nasıl gidebilirim, biliyor musunuz?" Kağıtta yazan bilmediğim adres ile başımı olumsuzca sallarken, yüzünü henüz seçebildiğim yaşlı adam da başını arkama çevirdi. "O halde bir de şuradaki genç adama sorayım." O bana teşekkür edip yanımdan uzaklaşırken ben de yaklaşan otobüsümle birlikte oturduğum yerden kalktım ve varlığından dahi haberdar olmadığım arkamdaki kişiye bakma gereği duymadan otobüsüme doğru adımladım. Ve sırtımda hissettiğim o bir çift göz hiç kaybolmadı.
"Bu gece sana eşlik edebilirim diye düşünüyorum?" Sesi efsane bir şekilde seksiydi ve nefes alışverişlerim bile hızlanmıştı. Sanırım bu iş bu gece olacaktı. Ayrıca çok iyi bir lehçe ile İngilizce konuştuğu da benden kaçmamıştı. Kafamı ona doğru çevirip hafifçe gülümsedim ve kafamı aşağı yukarı sallayarak yüzlerimizi biraz daha yaklaştırıp kulağına doğru eğildim. "Ama tüm gece." Kafamı hafifçe geriye doğru çektiğimde gülümsediğini gördüm. Bir eli çıplak bacağıma yerleşip hafifçe okşarken derin bir nefes aldım. Bedenini bana daha çok yaklaştırarak dudaklarını dudaklarıma sürttü ve fısıldayarak konuştu. "Tüm gece." İçimdeki heyecana ve uyarılan bedenime bakılacak olursa bu iş bu gece olacaktı.
Zühre pırıl pırıl bir genç kız. Üniversite hayalleri kuran, geleceği parlak bir genç. Yeni tanıştığı erkek arkadaşı ile yaşadığı saf aşkı ve bu aşkın nasıl evliliğe gittiğini . Evlilikte Zuhre'yi bekleyen zorlukların ele alındığı bir hikaye.
Amelia bir İngiliz kasabasında yaşayan soylu bir ailenin kızıdır. Bu hikaye de çocukluğundan beri tanıdığı William ile aralarında geçen masumane aşkın ve ilerleyen zamanlarda sonsuza dek yollarını ayıracak bir yaşamın öyküsü.
Kayıp zamanlarda, ayak basılmamış diyarlarda geçerdi masallar. Bir varmış, bir yokmuş diye başlardı. Cesur, beyaz atlı prensler Güzel, zarafet timsali prensesler olurdu. Bir de onların aşkına engel olmaya çalışan kötü kalpli cadılar. Ama bu masalda, Ne prensesin uzun saçlarıyla kuleye tırmanan prens varmış Ne de kuleden kurtulmak için prensin gelmesini bekleyen prenses. Yalnızca onların masalını yazmaya gönüllü, pembe düşler sokağında yaşayan, cismi görülmeyip ismi duyulan , aksi mi aksi bir yazar varmış. Kahverengi gözlerinden haylaz parıltılar eksik olmayan Güven, Kendisinden daha haylaz , kıvırcık bir sarışının eline düşerse ne olur? Bir yaz gecesinde düşledikleri, kayan bir yıldızla gerçek olur...