Kızıl alevler sarmıştı etrafımı, sağ tarafımda celladım var iken, sol yanımda bana hayat diyen adam yaşamak için gözlerimin içine bakıyor ve çırpınıyordu. İçim çekiliyor, kalbim kanıyor ve geçmişimin yalnızlığı yine karşımda duruyordu. Bir uçurumun kenarındayken her şeyi geride bırakıp kapattım gözlerimi. Ve kendimi boşluğa bıraktım.
Ne acı vardı, ne de gözyaşı. Derin bir sarsıntı bekler, vücudumda hissettiğim ılık esinti ile gözlerimi açtım. Karşımda keskin bir çift mavi göz derince yüzümün her bir yanını izleyip en son "korkma" dedi.
Korkmuyordum, ben doğduğum gün terk edilmiş bir bebektim ve şimdi yine yalnız kalmaktan korkmuyorum. Ağzımı açıp korkmuyorum demek istedim ama sadece gökyüzünden bir damla yaş suna bilmiştim ona. Eğilip dudaklarını anlıma bastırıp sıcaklığını buz kalıbına dönmüş vücuduma sunmuştu. Kokusu içime çekip hala daha dünyada olduğumu hissettim.
Yüzü bu kadar sert olan bir adam fısıltı gibi çıkan sesi ile konuştu.
"Ben Cihat Bey, senin bundan sonraki kaderin"...
Kader;
İnsanoğlunun ana rahmine düşüp son nefesini vereceği güne kadar yaşam çizgisinin sahip olduğu isimdi kader. Ne şekilde dünyaya geleceğimizi, anne ve babalarımızın bizlere ne şartlar altında sahip olacaklarını hatta neler yaşayacağımızı bilmeden gözlerimizi açıyoruz dünyaya. Üstelik avaz avaz bir çığlıkla.
Bir kitapta okumuştum. “Kişi kendi kaderini kendi değiştirir” diye. Peki, ben kendi kaderimi kimin için değiştirememiştim?
Adı yağmur olan bir sevdaya kapılıp gitmek için mi?
En çok bu soruyu sordum kendime. Gözlerimin yağmuru olan bu sevdaya dur diyemedi yüreğim. Kaçmak istedikçe ona kapılmaktan, görmek istemedikçe ona çekilmekten kurtulamadı kalbim.
Menevişlerinin karasına ömrümü sürgün ettiğim acımasız sevdamdı Baran…
Ben Evin;
Yağmura sevdalı olan o kadın…
Bir ailenin , bir anda hayatı nasıl değişir bir fikriniz var mı?
İzmir gibi bir şehirde doğup büyümüş olan bir kız , sadece kardeşlerinin canı için kendini bile bile ateşe nasıl atar bilir misiniz? Bir hata yüzünden istediği kızdan vazgeçmek zorunda kalan bir ağa.
O ağaya kurban giden bir abla.
Şehirde doğup büyümüş , ama kardeşi için kendini bir anda Mardin'in en büyük aşiretinin hanımı olarak bulmuş güzeller güzeli İpek.
Ona bu hayatı zehir etmeye yemin etmiş genç , kudretli Azat.
Bazen öfkemize yenilip büyük konuşuruz ya unuttuğumuz bir şey var. 'Ateşle barut yan yana durmaz' der atalarımız. Duramadılar , yanmaktan kaçamadılar tükürdüğünü yalamakta zordur , gururundan vazgeçip affetmekte. Bakalım bu iki deli yürek neler yaşayacak hep birlikte görelim.
Hayat çizgisi yaşama devam ederken her durakta karşılaşılan yeni insanların öyküleriyle değişiyordu
değil mi? Her yol yeni bir serüven ve her kalp yeni bir hikaye...
Peki, hiç düşündünüz mü?
Hayranı olduğunuz ve tanışma ihtimalinizin olmadığı biri ile yollarınızın kesiştiğini ve aynı evin
içinde yaşamak zorunda kaldığınızı,
Gerçeklerinizi saklayamayacak kadar aşık olduğunuzu fark ettiğinizde ilk önce kendinize dürüst olma şansı tanır mıydınız?
Ya da töre denilen illetten kaçarken aslında aşkın kucağına düştüğünüzü gördüğünüz anda hayata
karşı tepkiniz ne olurdu?
Ve en önemlisi her şeyinizi kaybettiğinizi düşündüğünüz o anda yanı başınızda duran sevdanın
sıcaklığına sığınacak cesareti taşır mıydı yüreğiniz?
Peki, bu sefer aşkın en sakıncalı halini okumaya ne dersiniz?
Sakıncalı;
Kaderin aşka tutulması...
Nefesim kesilmişti bir anda. Bu büyük gürültünün sebebi çalan müzik değildi. Bedenim neden düşüyor gibiydi? Neden kanım canımı terk ediyor gibi hissediyordum? Temine değen sıcaklık içimi neden ürpertmişti?
Gözlerim donuklaşırken gördüğüm yüz hiç tanıdık değildi. Dudaklarım aralanmıştı ama sesimi bulamıyordum. Karşımdaki adam bir şeyler söylüyordu ama anlamıyordum.
Bu tenin, bu gözlerin bir devinim olacağından bihaberdim. O an sadece elimi kaldırıp gözlerime çarpan dolgun dudaklara dokundum. Hissettiğim acının yanında belki de bu güne kadar aldığım en rahat nefesti. Gözlerimden tenime doğru akan yaşa anlam veremedim.
Halbuki istediğim tek şey biraz eğlenmekti. Tanımadığım yüz daha çok yaklaştı yüzüme. Ve o anda karanlık bir dünya belirdi hayatımda. Hayatım karanlıkken aşka tutsak olacağım aklımın ucundan geçmezdi.
Bu yolun adı dönüm noktası. Aşkın kollarında aşka tutsak...
İki vadinin arasında sıkışmıştı bedenim. Ruhumu kaybettiğim anda bir el değdi yüzüme. Gözlerimi açmak istesem de başaramıyordum. Üşüyen tenime çarpan ılık rüzgar irkilmeme sebep oldu. Ardından çok tanıdık ve bir o kadar da yabancı ses yankılandı vadide.
“Sonunda kollarımdasın kelebek”.
Kendi karanlığı içinde kaybolmuş bir adam kanı zehirli bir yılan gibi yer atlında hızla yayılan bir tutsak gözleri zifiri karanlıktan da siyah zindandan da öte soğuk ve hissiz...
Hayatı iyi başlamış olsa da kendini bir anda acı kayıpların ve büyük hayal kırıklıklarının içinde bulan tutsak bir hayata esir olan yalnız bir kadın...
Melinda Kurt ve Demir Servetoğlu
Gözleri cinayet sebebi olan kadın ve gözleri ile öldüren adamın hikayesi
İnsan en çok kaçmak istediği şeye tutulurmuş hayatta. Bir devinimdir aşk ve hiç olmadık bir biçimde girer hayatımıza. Sessiz sakin kendi halinde tek düzene indirgenmiş hayatımı zehir yeşili gözler istila etmişti.
Direndim, çok direndim lakin kalbime yenilmenin ilk kez bu kadar büyük bir savaşa sebep vereceğini hiç tahmin etmezdim.
Bir gecenin karanlığında görmüştüm bir çift zehir yeşili gözü. Ve hayatım o andan itibaren değişti.
Ben Gülpare;
Gül kokulu , toprağa meftun , geçmişe kırgın , geleceği olmayan ama Zehir'in Esiri olan tek kadın...
Masumdum bir zamanlar saftım belki de. Severdim insanları koşulsuz şartsız sadece insan oldukları için severdim. Bir gün on sekizime girmeden babamın erken vedası ile büyüdüm. Annemin ikinci evliliği ile yıkıldım. Yıkılmış olan bu döngü hayatımın kabusu iken ruhuma işleyen o soluk yeşil gözler sonum oldu.
Dayan dedim kendi kendime. Dayan yüreğim...