Fantastik, macera, gizem ve gerilim. İstediğiniz her türden kitap bulabileceğiniz bir profildesiniz. Üstelik aşk gibi bir temayı da içine katıyoruz❤️🔥
Yaşadığın günün sonunu bilmezken insan nasıl geleceğini garantiye alacak kararlar verebiliyor? Nasıl o geleceğin kafasında kurduğu planlar gibi ilerleyebileceğine inanıyor? Üstelik bunu kendisi dışında diğer aile üyelerinin düşünceleriyle yaşan bir kız nasıl gelecekte mutluluğun garantisine sahip olabiliyor? Belki de artık o kızın uyanma, kendine gelme ve savaşma vakti gelmişti? Ama aklında hep aynı soru “ya çok geç kalmışsam”
Kadın adamın gözlerinin içine bakarak “inan biliyordum böyle olacağını. Bizim başından beri böyle bir sona varacağımızı biliyordum” der. Adam ise tuhaf davranışlarına son vererek, kirli, uzun tırnaklarıyla kadının yüzünü üreten saç telini kulağının arkasına atarak “bizim hiçbir zaman sonumuz olmayacak. Ölüm bizden uzak, sevgilim” dedi.
Ben bir balıkçının kızıyım. Adım Julia. İnsanlar, leş gibi balık koktuğumu söyler, darp ederlerdi. Okuldaki ezik, sessiz ve hep yaralanan çocuktum. Fakat daha 14 yaşındayken, babamla çıktığım bir balık avında, bilincimi kaybedecek bir darbe yaşadım. Uyandığımda, hastanedeydim. Babamın, beni korurken öldüğünü henüz öğrenmiştim. Polisler ne kadar sorarsa sorsun, asla o günü hatırlayamıyordum. sırtımdaki büyük yaraları görene kadar. Onlar bana su canavarından hediyeydi.
Kim olduğumuzu bazen unuturuz. Bazense başından beri kim olduğumuzun farkında olmayız. Ta ki başımıza kötü bir şey gelene kadar.
Küçük bir kasaba. Karanlık bir gökyüzü. Soğuk insanlar. Bu insanlar bu küçük kasabada nasıl birbirlerini tanımıyorlardı? Neden bu kadar sevgi ve mutluluğun uzak olduğu bir kasabaydı?
Birlikte öğrenmeye ne dersiniz?
Hayatta kendini tanrıya adamış bir adam ve kendini bir adama adamış, bir kadının hikayesi.
Kadın adamın gözlerinin içine bakarak “inan biliyordum böyle olacağını. Bizim başından beri böyle bir sona varacağımızı biliyordum” der. Adam ise tuhaf davranışlarına son vererek, kirli, uzun tırnaklarıyla kadının yüzünü üreten saç telini kulağının arkasına atarak “bizim hiçbir zaman sonumuz olmayacak. Ölüm bizden uzak, sevgilim” dedi.
Kocaman hayatlar,
Mutsuz insanlar
Ve zamanda kaybolanlar.
Bir ailenin mahvoluşu ve bir Anka kuşu gibi yeniden dirilmesini sağlayan küçük kızları. Her ne kadar yok olan bu soyadını öne çıkarsalar da eskisi gibi saygı göremezler. Aksine korkuyu daha net görmeye başlarlar. Manchini’ler mi katletiyordu insanları yoksa insanlar mı kendi sonlarına doğru koşuyorlardı?
Bir çok kişinin bir çok farklı yeteneği vardı. Kimileri hayvanlarla konuşuyor, kimileri toprakla bir oluyordu. Bir çok şifacı ve ateş büyücüsü vardı. Yine de kim olduğunu hala çözemeyen bir ben vardım. Buraya geldikten sonra yani yetenek akademisine geldikten sonra kim olduğunu ben de keşfedecektim. Yine de sadece amacım kendi yeteneğimi değil, kendimi de keşfetmem için bir şanstı bu.
Hakısızlıkların ve suçlamaların sonucunda yalnızca canını yanan bir prenses..Her ne kadar zeki olsa bile zehirden kaçamayacak kadar temizdi. Etrafını saran yılanlar onu sonunda zehirlemişlerdi. Prensesi yok ettiğini zanneden bu yılanların bilmediği bir şey vardı. O da her zaman bir zehrin, panzehiri olduğuydu.
Ben doğduğumda, farklı bir boyuttaydım. Sanıyordum ki, başka bir boyut yok. Gözlerimi açtığım andan beri bir yetimhanede büyüdüm. Orklar, goblinler, elfler ve daha nice varlık vardı. Onlara göre ben tuhaf birisiydim. Çünkü benim cinsimden hiç görülmemişti. Nadir bir varlık olduğumdan dolayı, asla onlarla kaynaşamadım. Bir gün yeşil dev goblinlerin, hırsız çetesinin lideri olan Gölge, beni aralarına alana kadar. Girdiğimde henüz 7 yaşındaydım. Şimdi ise 20 yaşındayım ve işimin profesyoneli oldum. Birlikte her zamanki gibi diğer varlıkları soyarken, kendi cinsimden olan birisini gördüm. Tanrım tek değilmişim!
Lambordy’ler görünürde ticaret yapan zenginler olarak görünseler de asıl işleri, kaçakçılık ve köle tüccarlık olan mafyalardandır. Bütün piyasayı alt üst eden Lambordy’lerin tek kuralı vardır. “ sadakat”. Bir de bunu hayatında ilk kez aşkı deneyimleyecek olan lidere söyleyin. Aşık olduğu kişi ise, bir general.
Ormanlarda bir yerlerde, yüzü gülümseyen maskeli bir suikastçi yaşarmış. Kendisini gören olmamasına rağmen, duyan çok fazla insan varmış. Shinq hanedanlığının prensi, kardeşini öldürmesi için, bu suikastçinin peşine düşmüş. Ne yazık ki onu bulmak, kardeşini öldürmekten daha zordu.
Pamuk prensesin hikayesini duymuşsunuzdur. Peki aynanın hikayesini duydunuz mu? Harper, her aynaya baktığında, kendisini bir şeytan olarak görüyordu. Dışarıdaki insanlar ise ona melek gibi davranırdı. Harper, nasıl olmuştu da bir aynaya hapsolmayı başarmıştı.
Ben kendi halinde bir genç kızım. Aslına bakarsanız ben biraz melankolik birisiyim. Kendi hayal dünyamdan çıkamadığım gibi bir başkasının hayal dünyasına girmiştim. Hayır, hayır gerçekten başkasının hayal dünyasındaydım. Oradan nasıl çıkacağımı düşünmek yetmiyormuş gibi bir de aşık olmuştum.
Milrand topraklarında yaşayan insanlar, her zaman mutlu ve huzurluydular. Kocaman topraklarda, temsili olan büyük şelale, arma olarak kullanılırdı. Milrand şelalesinin güzelliği ve uzunluğu insanların gözünü kamaştırırdı. İnsanlar oraya gider, suyundan faydalanır, yeşilliklerin dibine oturup, şelalenin görüntüsünü izlerlerdi. Eskiden kral tarafından piknik yeri olarak kullandırılan şelale, şimdi ki kralın emriyle, yasaklanan alan olup çıkmıştı. Yıllarca insanlar oraya gitmez, akıllarından bile geçirmezlerdi. Oraya izinsiz gitmenin büyük bir cezası vardı. Ta ki güzeller güzeli bir Avcı, şelalede bir adamın silüetini görene kadar.
2. Hükümdarın döneminde insanlar, krallıklarının büyümesini kutlar, her yıl şenlikler yaparlardı. Bir gün ikinci Hükümdar ölene kadar. İnsanlar şenlikte dans ederken 3.Hükümdarın fermanı, büyük duvara çivilenmişti. Fark eden topluluk hemen gidip kanunu okudular. Yazılan kanuna, karşı gelmek isteseler de üçüncü hükümdarın ne denli çılgın ve korkutucu olduğunu bilip susuyorlardı. Kanunda “ Bundan sonra kızlar da erkekler gibi askere gitme zorunluluğuna mahkumdur.” Buna çok üzülmemişlerdi fakat elinde bebeği olan kadınlar da askere gitme zorunluluğuna sahiptiler artık. Daha korkutucu olan ise “ kölelik devri tekrar başlamıştır” olmasıydı. Daha kelepçelerinden yeni kurtulan insanlar, şimdiden zincire vurulmuş gibi hissetmeye başlamışlardı. Bir kenarda, kanunları tek tek okuyan Mitran hariç.
Ben bir deniz kızı değilim. Hayır benziyor olsakta inanın ben bir deniz kızı değilim. Onlar, güzelliğiyle ve saf kalpleriyle insanları etkiler. Biz ise güzelliğimizin yanında sesimizle onları kendimize çekeriz. Güzel sesimizle, şarkıları söyler, erkek avlarız. Evet yanlış duymadınız. Biz etçil canlılarız ve erkekleri baştan çıkarıp, denizin dibine çekeriz. Peki ya ben bir siren olmaktan mutlu değilsem?
Ben bir dilenciyim. Utanmıyorum. Bizim gibi insanlar bazen böyle doğar. Aileleri onlara güzel bir hayat veremediği için kendi ayakları üstünde durmayı öğrenemezler. Ebeveynlerimden öğrendiğim tek şey, dilenmenin ne kadar kolay olduğuydu. Daha sonra birisiyle tanışana kadar. Ellerimden tutan bu adam, “ parmakların, çok güzel. Onları bana verebilir misin?”
Ne demek istemişti bu adam? Ellerimi, ellerinden alıp, “ bayım, dilenmek utanç verici bir iş olsa bile, parmaklarımı verecek kadar değiller.” Adam gülmeye başladı. Her gülüşünde içime bir ürperti giriyordu. Korkutucu olan bu adam, eğilip bana baktı. “ inanın bana parmaklarınız, çok değerli. Onlar bir müzisyene ait olacak kadar değerliler.” Adama şaşkın şaşkın bakmaya devam ettim. Ne demek istediğini anlayamıyordum. “ Bakın küçük hanım. Sizinle bir anlaşma yapalım. Size bir arp vereceğim ve nasıl çalacağınızı öğreteceğim. Benim için her gün birisine bunu çalacaksınız. Karşılığında sizi ödüllendireceğim.”
Nasıl yani? Müzik çalmayı öğretip, üstüne para mı verecekti? İnanması güç olsa da, benim durumumdaki birinin, bu teklifi düşünmeden reddetmesi pek olası değildi. Daha sonra tuhaf adam, bana daha çok yaklaşarak “ Size bir şato vereceğim. Üstelik içinde hizmetçileri de olacak. Yapmanız gereken tek şey, bir müşterinize her gün arp çalmak. Tabi önce becerinizi keşfedip, onaylatmalıyım. Arp çalmak kolay değildir.”
Başıma konan bir talih kuşu muydu? Yoksa cehennemden bir davetiye mi? Hiç düşünmeden adamın elinden tutup, bu dilencilik hayatına son verdim. Yapmasam daha iyi mi olurdu?
Biz Angiya’larız. Elf, ork hatta goblinlerden farklıyız. Bizim mistik güçlerimiz, elfler gibi uzağı görüp, duymak değildir. Goblinler gibi dev olmakta değildir. Hatta orklar gibi yeşil de değilizdir. Aksine insanlara çok benzeriz. Kulaklarımızın sivriliği dışında. Bizim gücümüz ise ormanla bir bütün olabilmemiz. Angiya’lar müzikten zevk alan insanlardır. Bununla yaşar, para kazanırlar. Fakat son zamanlarda insan kaçakçılığı da yapmaya başlamışlardır. Çokta kötü değillerdir özlerinde.
Şimdi kaçıracağı insanlarla aralarındaki hikayeyi okumaya var mısınız?
Ben öldürüldüm ve tekrar dirildiğimde Şeytan’a sunulan bir Azize’ydim.
Kendi hayatında, iyiliğe kendini adamış, iyi bir insandım. Kimseye borçlu kalmamak için gece gündüz çalışırdım. Kalp kırmamak için öfkemi de, nefretimi de kendime saklardım. Tanrı bunun iki yüzlülük olduğunu düşünecek ki, birisi tarafından korkunç bir şekilde öldürüldüm. Haklı mıydı? Yaptığım şey duygularımı gizleyip, insanları üzmemekti. Belki de gerçekten ikiyüzlülüktü. Fakat uyandığımda, çevremde insanların yuvarlak oluşturup, ellerini birbirine kenetlediğini gördüm. Bu da neydi? Sanki hasta birisi için dua ediyorlardı. Çevreme bakındığımda, tarife uyan birini görmedim. Daha sonra ise tabutta oturduğumu fark ettim.
Bir zamanlar, bir hastalık varmış. Bu hastalığın en kötü özelliği bulaşıcı olmasıymış. İnsanları öldüren bu ağır hastalığın derdine derman bulamayan doktorlar, en sonunda istifalarını verip, hastalarını terk etmişler. O sıralarda ölen insanların sayısı arttıkça, şehrin gürültüsü azalıyormuş. Bir gün şehre yabancı bir adam gelmiş. Yüzündeki tuhaf maskesiyle dikkat çekmeyi başarmış. Küçük bir kız yanına gidip “ efendim. Çok güzel güllerim var. Bir tanesini alıp eşinize vermek ister misiniz? Ah şansa bakın. Zaten son bir tane kaldı.” Çiçekçi kıza dönüp bakan adam, gözlerini kızdan çekmiyordu. Kız da kafasını kaldırıp adama baktığında, korkudan elindeki son gülü yere düşürmüştü. Adamın parlayan kırmızı gözlerinden ürküp, arkasına bile bakmadan kaçtı. Bir daha da o şehirde kimse gül satmadı.
Bir gün bir kitabın içine düşeceğimi hiç hayal dâhi etmezken vasıfsız 2.perde arka oyuncusu gibi olan katibe oldum. Krallığın koruyucuları kitabındaydım. Buna hiç şüphe yok, yakında canavarlar beni öldürecekti.